Klişe bir söz vardır ya hani: “Her fani, bir gün ölümü tadacaktır” diye… Bu dünyada ölümden daha acı, bıçak gibi kesen, buz gibi kanı donduran ne var? Yok tabi ki…
Allah’ın yarattığı her canlının ebedi sonu ölümle bitecek, bunu yaradılışımızdan, inancımızdan dolayı biliyoruz. Böyle doğduk, böyle yetiştik… Hepimiz ondan geldik, ona döneceğiz elbette. Ne kadar inancımız bu doğrultuda olsa da, insanoğlu hep nankör işte. Yüce yaratıcıya ‘Canımı iyi ki aldın’ demez de ‘Neden ben, neden benim annem, babam, arkadaşım’ diye isyan eder. İnsan her zaman biraz daha zaman talep eder. Hatta isyan eder, ama bilmez ki yaşanacak zamanı tek bilen ‘O’ dur, ne kadar isyan etsen de ‘O’ nasıl yazdıysa o şekilde ilahi zaman işleyecektir.
Ölüm karşında bizi en çok kahreden belki de, kaybettiğimiz insanla aramızdaki bağımız, yaşadığımız anılarımız ya da yaşayamadıklarımız… Belki hatalarımız, vicdan azaplarımız, pişmanlıklarımız… ‘Keşke öyle demeseydim, keşke sıkıntılarını kulak arkası etmeseydim, keşke yalan söylemeseydim, keşke biraz daha onunla vakit geçirseydim….’ Bu keşkeler hiç bitmeden devam edebilir. Ama işte keşke demenin hiçbir faydası olmadığını bilsek bile, biz içimizdeki pişmanlıklarla kaybettiğimiz insanın acısını 10’a katlıyoruz. Ölüm karşısında elden gelen hiçbir şey yok, kaybedilenin arkasından dua etmekten, bize ondan kalan hatıraları en iyi şekilde yaşatmaktan başka.
Ölümün bizlere verdiği çok ders vardır aslında, içindeki manayı çözebilirsek. En önemlisi de şu fani hayatta, eşimizin, dostumuzun, ailemizin kıymetini bilmemiz gerekir. Elbette insanız, duygularımızla hareket ederek kızıyoruz öfkeleniyoruz közde ateş bırakmıyoruz. Ama sonra ne oluyor? Karşımızdaki insan bizi, biz onu paramparça ediyoruz. İşte değer mi buna? Yarın o insanı kaybetmeyeceğimiz ne malum? Yarın onun bu diyardan göçüp gitmeyeceği ve arkasından pişmanlıklarla kahrolmayacağımız, keşkelere boğulmayacağımız ne malum? Değer mi bunca kalbin kırılmasına? Değmez…
Ben ilk kaybımı, dedemle yaşamıştım. Onu son kez görememiş, helallik alamamış, cenazesine bile yetişememiştim. Yıllarca içimde bu vicdan azabıyla yaşadım, yaşıyorum da hala. Ama yıllar sonra yaram az da olsa kabuk bağlayınca anladım ki, ah vah etmem dedemi bana geri getirmeyecek. Ne kadar ağlayasam da feryat figan etsem de, onu son kez göremeden gitti. Ve ben onun arkasından bana bıraktığı emanetlere elimden geldiğince sahip çıkarak, dualarımla anılarını yaşatmaya çalışıyorum.
Belki de yapmamız gereken sadece budur. Ölüm elbette çok acı, insanoğlunun başına gelecek en kötü şey belki de. Bunu unutmadan, sevdiklerimizi kırmadan, üzmeden yaşamalıyız. Bu yazıyı belki bir hatırlatma, belki bir tavsiye olarak yazmak istedim. Çünkü hepimiz günlük rutinimiz içinde zamanın nasıl geçtiğini anlamadan yaşıyoruz ve ölüm gerçeğini unutuyoruz. Bu gerçeği aklımızın bir kenarına yazarak yaşamamız gerektiğini naçizane hatırlatmak istedim. Ne de olsa sonunda ölüm var…