İnsanlar kırıldıkça kırmaktan da çekinmez. Değerini yitirdiğimiz her şeyi kaybetmekten korkmamamız gerekir.
Hepimizin hayatında kendisiyle özleştirdiği bir nesnesi ya da nesneleri vardır. Bazen insanlara veremediğimiz değerleri onlara saklarız. Ve onları da kalbimizin derinliklerine… Bunlar kimi zaman yalnızlığımızın sırdaşı kimi zaman ruhumuzun aynası kimi zaman düşüncelerimizin şekli ve kimi zaman da duygularımızın tercümanı olabilir. Ama kırılıp incindiğinde neyin olurlar?
İşte o zaman hiçbir şeyin olamazlar. Çünkü insanlar kırılınca kırmaktan korkmazlar. Zaten en büyük korkularımız yalnızlık ve kırılmak değil midir? Hayatımızda anlamlandırdığımız şeyler ya da kişiler kırılınca anlamını birer birer yitirir. Zaten camın bir bütünü gibiyiz. Düştüğümüzde darmadağın oluruz ve her parçamız dağılır. Kendimizle bağdaştırdığımız nesneler de böyledir işte. Eksik parçamızı tamamladığımız nesneler, bütünümüzü kaybettiğimiz zaman onları da yitiririz.
Kaç kişimiz incindiğimiz zaman kırmaktan çekiniyor ki? Başka anlarda kimseye dokundurmadığımız parçaları incindiğimizde etrafımızdaki insanları kırmamak için kendi bütünlüğümüzü gözümüzü kırpmadan kırabiliyoruz. Zaten paramparça olmuş kalpte anlamlandırdığımız parçaları saklamak da pek mümkün olmaz.
Yani anlayacağımız şu ki; bizler kırıldığımız zaman kırmaktan da çekinmeyiz. Değerini yitirdiğimiz her şeyi kaybetmekten de korkmamamız gerekir.