Temel sorum şu, sahne de miyiz yoksa gerçekten kendi duygularımızla bize ait bir hayatı mı yaşıyoruz? Tiyatroda mıyız hayatta mı?
Sosyal medya çağında yaşıyoruz. Hepimizin farklı uygulamalarda bir hatta birden çok hesabı var. Aynı gün içerisinde birçok yerden hikâye, gönderi, fotoğraf, fikir paylaşabiliyoruz. Fakat tıpkı gerçek mekanlarda olduğu gibi uygulamalarda da hâkim olan havalar var. Twitter daha çok kaosun, instagram gülücüklerin mekânı mesela. Çok kısa aralıklarla kocaman gülerken olan bir öz çekimi paylaşabildiğimiz gibi nefret kusan bir yazı da atabiliyoruz. Temel sorum şu, sahne de miyiz yoksa gerçekten kendi duygularımızla bize ait bir hayatı mı yaşıyoruz?
Ne Zamandır Hayatımızdalar?
Düşününce çok eskiye dayanıyor gibi gelse de sosyal medyanın hayatımıza girmesi 2004, 2006 ve 2010 yılları ile güçlü anlamda başladı. Yani sadece ortalama on yıl gibi bir süredir hayatımızda olan akışlara çok hızlı adapte olup bağımlılık safhasına bile gelebildik. Girdiğimiz ortamlara göre ruh halimiz değişti ve tabii paylaşımlarımızda ortamın genel kabulü ne ise ona göre şekillendi. Günün sonunda hiç düşünüyor muyuz, bugün ben gerçek anlamda ne hissettim diye?
Mesela Twitter’da yansıttığım kadar öfkeli miyim, instagramda kendimi gösterdiğim kadar mutlu muyum? Felaket tellallığı yapmak istemem ama dünyaya dair gözlemim gitgide benliğimizi kaybetmeye başladığımız yönünde. Ortam ve insanlar ne talep ediyorsa onu vermeye o kadar adapte olmuş haldeyiz ki “ben ne istiyorum, ben ne düşünüyorum, ben ne hissediyorum” soruları çok uzak geliyor. Kendi hayatımıza figüran olarak katılıyoruz. Ana karakter halini almış uygulamalar ve kitleler ne talep ederse onu vermeye şartlanmış başarılı figüranlar.
Nasıl Çözeceğiz?
Öncelikle genel kitlenin görüşleri doğrudur görüşünden vazgeçmeliyiz. Özellikle online ortamda görülen, duyulan, okunan her şeye (evet bu yazı da dahil) hemen inanmamalı, sorgulamalıyız. Bir görüş paylaşırken “bu benim düşüncem mi yoksa herkesin tekrarladığı şeyleri farklı kelimeler kullanarak, içselleştirmeden ve inanmadan, ortama uyum adına mı paylaşıyorum” kısmını düşünmemiz lazım. Ayrıca kendimizi üzgün, yorgun, sinirli hissedebilme hakkımızı da elimizden almamalıyız.
Çünkü her his doğaldır ve hissedilmeyi hak eder. Daima gülümserken fotoğraflar koyma gibi bir zorunluluğumuz yok. Aslında temelde yaşadığımız her anın kanıtını kitlelere sunma ve sanki “bakın ben eğleniyorum, güzel bir hayatım var, başarılıyım, mutluyum” çığlığını atmamız gerektiği fikrine son vermemiz gerekiyor. Unutmayalım ki dışarıda bir hayat var. Gerçek ilişkiler kurabileceğimiz ve yüz yüze görüşmeler yapabileceğimiz bir hayat.
Günlük Kaç Saatimizi (Ç)Alıyorlar?
Farkındalık aracı olarak çoğu telefonun sistem özelliği olarak sunduğu, bazı uygulamalarının bu veriyi kendisinin de verdiği ya da ek uygulama ile edinebileceğimiz günlük kaç saatimizi hangi uygulamada geçirdiğimize dair grafiğe bir göz atalım. Durum içler acısı değil mi? Küresel çapta ortalamalara göre bir kişi günlük 2 saat 24 dakikasını sosyal medyada geçiriyor.
Bazı kişilerde ve bazı dönemlerde günlük kullanım ortalamaları 4-6 saat aralığına kadar yükselebiliyor. Fiziksel anlamda zararlarının yanı sıra ruhen verdiği zararlar da yadsınamaz bir gerçek. Bilinçli tüketim her alanda çok önemlidir. Bilinçli kullanmadığımız her şey, faydalı uygulamalar da olsa, zarar verecektir. Farkındalıklar edinip hayatımızın kontrolünü elimize almak, uygulamalara göre değil kendi hislerimize ve ihtiyaçlarımıza göre yaşamak da tabii ki kendi elimizde! Az sosyal medyalı bol kendilik bilinçli günler dilerim.