Ve insanın ölümü iki kere, yaşamı ise ancak hayal edebildiği kadar olabilir…
Hepimiz mutlaka bir şeyi tutkuyla istemişizdir. Bu isteğimizin altında olduğumuz yerden, durumdan, şartlardan, daha iyisini ,daha güzelini, daha doğrusunu, elde edebilme düşüncesi yatar. Siz başlangıçta bir takım çabalara girişen daha sonra bir şeyleri kurcalayan ve değiştiren birine dönüşürsünüz. Tabii bu sırada bazı sınırlar da karşınıza çıkar. Bunları biraz zorlamanız gerekir. Bu aynı zamanda yorulacağınız anlamına gelir.
Yeri gelir siz bu amaç için bazı insanları, bir parçası olduğunuz toplumu hatta bazen ailenizi bile karşınıza almak zorunda kalırsınız. Onların gözünde siz artık başka bir yerde olan, başka şeylerden söz eden, sanki başka bir dilden konuşan biri gibi görünmeye başlarsınız.
İşte o zaman onlar size: “Çok yüksekten uçuyorsun, olacak iş değil seninki, boyundan büyük işlere kalkışıyorsun, böyle hayallere kapılma …(örneklerin devamını size bırakacağım)” gibi sözler söylemeye başlarlar. Bunca sözden sonra ise sizi iki yol beklemektedir: ya dilediğiniz şeyin peşinden koşmaya devam edersiniz ve her başarısız oluşunuzu, her düşüşünüzü daha iyi koşmak için bir vesile sayarsınız. Durmaz devam eder ve bu insanların sözlerini arkanızdan söylenen bir şarkı misali dinlersiniz. Ya da kendinize olan inancınızı ve yapmayı arzuladığınız şeyi küçük görmeye başlar pes eder her şeyi daha başlamadan bırakırsınız. Böylece sizin hayatınızdaki tercihlerinize karşılık onların sözünün galip gelmesine neden olursunuz.
Onların düşündükleri gibi olur, onların yolunda yürür, onların çizgisinde kalır, en acısı da tüm bunları zaman içerisinde benimsemeye başlar ve kendinizi: ‘Bu benim hayatım ve benim kararım’ gibi iyi niyetle söylenmiş yalan dolu cümleler kurarken yakalarsınız. Şu söylediklerime belki karşı çıkanlarınız da olacaktır, destekleyen de. İşte sizin tam bu noktada durdurup bu konudaki fikrinizi değiştirebilmek adına bir zamanlar çok yüksekten uçan birinin hikayesinden söz edeceğim. Fakat asıl mesajı ancak hikayenin sonunda anlatabilirim.
Antik yunan döneminde, zeka ve yeteneğiyle yaşadığı ülkenin kralını etkileyen Deadlus adında bir adam vardır. Deadlus bir gün kralının gözüne batacak bir fikir ortaya atar. Kral ise onu ve tek oğlu olan İkarus’u Girit adasına, adanın en yüksek tepesine sürgün eder. Bu tepe o kadar yüksektir ki bulutlar adeta tepenin etrafında dönmektedir. Deadlus bir yolunu bulup oğlu ile birlikte buradan kurtulmanın yollarını aramaya başlar. O sırada etrafında uçmakta olan kuşlara gözü takılır aklına bir fikir gelir. Deadlus tepede bulunan balmumu gibi yapışkan bir maddeyi kullanarak uçan kuşları yakalayıp tüylerini yolmaya başlar.
Bu tüyleri kendisine ve oğlunun kollarına yapıştırarak kanat yapmaya çalışır. Böylece ikisi birlikte kuşlar gibi uçup yere güvenli bir şekilde tepenin dibindeki denize inebileceklerdir. Plan tamamdır, gereken her ihtimal düşünülmüştür. Son olarak Deadlus oğlu İkarus’u kanatlarını çok yükseklere uçmadan, yalnızca aşağı doğru yavaşça süzülebilmesi için kullanmasını tembihler. Eğer çok yükseklerden uçmaya kalkışırsa güneşin verdiği ısı ile balmumu eriyecek ve büyük bir hızla yere çarpmasına sebep olacaktır.
O gün bu haberi Atina halkı duyar ve bu baba-oğulun kurtulup kurtulamayacağını izlemek için tepenin etrafında toplanır. O an gelmiştir, baba-oğul kendilerini yüksek tepeden aşağı bırakır. Atina halkı olanları büyük bir endişe ile seyretmektedir. Deadlus ve oğlu adeta gökyüzünde süzülen iki melek gibi görünür. Deadlus dikkatli manevralar yaparak aşağı doğru inmeye başlar. Fakat oğlu İkarus uçabilmenin büyüsüne kapılmıştır ve farkında olmadan daha yükseğe, güneşe doğru uçar.
Deadlus oğlu İkarus’u görünce alçaktan uçması için ona haykırır. Ancak İkarus bu arada daha yükseğe uçmak için kanat çırpmaya devam eder. Kendini gökyüzünde uçan bir kuş gibi hayal eder, sanki ölümsüz olduğu fısıldanmıştır kulağına ve o bu fısıltı dışında hiçbir şeyi duymaz. Ruhu ve bedeni gökyüzünde süzülmenin büyüsüne kapılmıştır. Az sonra kanatlarının erimeye başladığını görür. Hızla denize doğru düşmeye başlar. Deadlus denizde donakalmış, Atinalılar ile birlikte oğlu İkarus’un düşüşünü dehşetle izlemek zorunda kalır. İkarus bir çivi gibi sert bir biçimde denize çakılır ve o an ölür.

O günden itibaren Atinalılar arasında söylenegelen bu hikaye halkın gözünde şu şekilde sonlanır: söz dinlemeyen ve haddini aşan, yükseklerden uçan kim olursa, sonu tıpkı İkarus gibi acı ve hazinle dolu olacaktır.
Neticede koca bir insanlık bu hikayeden nasibini böyle almıştır. Elbette bizler içinde çocukluktan yetişkinliğe kadar bir şeylerin fazlasını ya da daha iyisini istemek, veya olmayacak hayallere kapılmak kesin bir biçimde engellenmeye çalışılır. Sonunda da hepimizin mutlaka bir kez duymak zorunda kaldığı şu sözler söylenir kulağımıza: “ÇOK YÜKSEKLERDEN UÇMA!”
Peki sizce İkarus için önemli olan şey aslında neydi? Uzun bir yaşam mı? Sanmıyorum. Çünkü o dönemde bile ölüm fikrinin genel kabul görüldüğü bir durum vardır ortada. İkarus’un arzuladığı şey aslında ölümsüz olabilme düşüncesiydi ve bunu uzun bir yaşamla değil, ölümünün iz bırakarak olabileceğine inanıyordu.
Zaten insanlığın var olma çabası da buna dayanmıyor mu? Kendimizden bir parça bırakmak, bir iz bırakmak. Gelecekte neslimizi devam ettirme, sıkı çalışıp iyi bir hayat sürdürme arzusu, birikim yapma, yatırım yapma, çalışma, değişme ve değiştirme. Tüm bunların hepsi bir sonraki gün, yıl, yıllar için yaptığımız şeylerdir değil mi? Öyleyse neden bunu kabul etmiyoruz? Bizler bir şeyleri değiştirmeyi iz bırakmak adına yapıyoruz . Bizi temsil edecek şeyler elde etmek niyetiyle çabalıyoruz. Çünkü hamurumuzda var olmanın izi var ve biz bu izi; her yere sürmek, göstermek, anlatmak, izletmek, çizmek, okutmak istiyoruz. Şuna bağlılıkla inanıyoruz ki varlığımız dünyaya ne kadar bulaşırsa ölümümüz o denli geç ve acısız olacaktır.
Bu yüzden ‘Asla yükseklerde uçmaktan vazgeçmeyin!’ Çünkü tıpkı İkarus´un hikayesindeki gibi düştüğünüzü izlemek isteyenlerde olacaktır etrafınızda, sizi büyülenerek seyredenler de, sizden ilham alanlar da…
Her iki durumda da kazanan siz olacaksınız bir itibar kazanmış bir iz bırakmayı başarmış olacaksınız. İnsanların ideallerinde sizin bir yeriniz ve temsil ettiğiniz bir amacınız olmuş olacak.
Bu sırada dünya için endişelenmeyin. Nede olsa dünya; uslanmaz hayalperestlerin, yüksekten uçanların, delice fikirler üretenlerin, budalaların güzelleştirdiği bir yerdir.
Bizler daha sonra o insanları tarih sahnesinde izliyor, onlardan ilham alıyoruz. Çünkü bu insanlar; Olmazların, imkansızların, belki bir günlerin, arasından sıyrılmayı başaranlardır. Umarım bizler de öylece silinip gidenlerin değil, ardında iz bırakanların arasında yer alabilmeyi başarırız. Yeter ki yükseklerde uçmaktan korkmayalım…