Bir zamanlar; ücra bir memleketin, ücra bir köyünün, ücra bir bostanında kibirli mi kibirli bir bostan korkuluğu yaşarmış.
Korkuluğun yaşadığı bostanın toprağı, o yörenin en verimli toprağı olmasına rağmen bostan korkuluğu toprağı besleyen mineralleri, canlıları öyle bir sindirmiş ki bu mineraller, canlılar tüm güçlerini korkuluğun etrafındaki küçük bir alana harcadıklarından bostanın geriye kalan kısmında yetişen ürünler yeteri kadar olgunlaşmıyor, kimse tarafından talep görmüyormuş. Öyle ki kargalar dahi oranın üzerinden uçarken tenezzül edip bostanı yoklama gereği duymuyorlarmış.
Hâl böyle olunca o bostanda korkuluğa pek de ihtiyaç yokmuş aslında. Ama Korkuluk kendisinin gerekliliğini o kadar benimsetmiş ki, bostan sakinleri tüm sinmişliklerinin yanı sıra korkuluksuz bir bostanın yok olacağına, kendilerinin de yaşayabilmelerinin korkuluğun varlığına bağlı olduğuna ikna olmuşlar. Olan bitenin farkında olan bir iki bostan sakini ses yükseltecek gibi olsalar da korkuluğun yanında saf tutmuş, sadece korkuluğun çevresinde yetişen sebze, meyvelerden yiyip karınlarını tıka basa dolduran sayılı diğer bostan sakinleri tarafından bin bir tehditle susturulmuş, bastırılmışlar.
Bu gidişata zaman zaman tümden bir tepki yükselmiyor değilmiş. Ancak böyle zamanlarda korkuluk bostan sakinlerini etrafına toplayıp her zaman yaptığı gibi üst perdeden, gür bir sesle konuşurmuş:
“Ey! Cennetten bir köşe olan bostanımın emektar sakinleri. Unutmayın ki ben yokken şu an huzur içerisinde yaşadığınız topraklarda toprak sahiplerinin kölesiydiniz. Toprağı onlar için işliyor, karın tokluğuna alın teri akıtıyordunuz. Oysa şimdi her birinize hayal dahi edemeyeceğiniz bir yaşam sundum. Hiçbir eksiğiniz yok. Kölelikten kurtulup özgür bireyler olarak yaşamın tadını çıkartıyorsunuz. Bu homurdanmalarınız neden? Şu gördüğünüz sulama kanalları benim eserim değil mi? O kanalları yaptırmamış olsaydım nice olacaktı haliniz hiç düşündünüz mü? Bre nankörler! Neniz eksik? Bilmez misiniz ki yokluğum yok oluşunuzdur? Bilmez misiniz ki ben buradan gittiğim gün şu tepenin ardında aç kurtlar gibi bekleyen bostan sahipleri sizi yine köle edecekler kendilerine?”
Konuşması böylece saatlerce sürer; en ağır küfürler, hakaretler ve tehditlerle son bulduğunda meydanda toplananların büyük çoğunluğu başları önlerinde yuvalarına dönerlermiş. Tüm bu gözdağına rağmen cılız da olsa ses çıkartmaya çalışanlar ise korkuluğun yanında saf tutmuşların hışmına uğrar, korkuluğun farelere kazdırdığı çukurlara atılırlarmış.
Bu böylece sürüp giderken günün birinde bostanın içinden geçen bir tilki korkuluğun kibrini fark ederek önünde durup korkuluğa,
“Bu tenha bostanda devamlı ayakta durmaktan yorulmuşsundur.”
Demiş.
Korkuluk, tilkinin söylediğine şaşırsa da kendinden emin bir şekilde,
“Her şeyi korkutuyor olmanın hazzı o kadar içten ve sürekli ki beni hiç yormuyor.”
Diye cevaplamış tilkiyi.
Tilki, hiçbir şey demeden yoluna devam etmiş. Tam bostandan çıkacakken korkulukla konuştuğunu gören bostan sakinlerinden biri fısıldayarak durdurmuş tilkiyi.
“Korkulukla konuşurken hiç korkmadın mı, çekinmedin mi?”
Diye sormuş.
Tilki korkuluğun yanından ayrılmadan durumu fark etmiş olduğundan gülümsemiş.
“Korkacak, çekinecek bir şey yok. Anlaşılan siz çok korkuyorsunuz şu korkuluktan?”
“Korkmak mı? Onun neler yapabileceğini bir bilsen şu an benimle konuşmak yerine tabanları yağlamış kaçıyor olurdun.”
Tilki bu defe kahkahayı basmış. Tilkinin kahkahasını korkuluğun duyacağından korkan bostan sakini onu susturmaya çalışmış,
“Sus lütfen! Sesini duyup da seninle konuştuğumu görürse vay halime!”
Tilki, bostanda yaşayanların içlerine işleyen korkuyu o an daha iyi anlamış. Tek hamlesiyle korkuluğu yıkabilecekken ona daha esaslı bir ders vermeyi, verdiği dersi bostan sakinlerinin de ömürleri boyunca unutmamalarını isteyerek oradan ayrılmadan,
“Yarın güneş tam tepedeyken korkuluğun yanında buluşalım. Bostanda yaşayanlara da haber ver, herkes orada olsun.”
Deyip uzaklaşmış.
Tilkiyle konuşan bostan sakini, diğerlerine haberi ulaştırmış. Olacakların merakı ve korkuluktan kurtulacaklarının umuduyla hiçbirinin gözüne uyku girmemiş. Sadece korkuluk ve onun yamacında saf tutanlar derin bir uykuya mahzar olmuşlar o gece.
Ertesi gün, güneş tam tepeye vardığında bostanda yaşayanlar işlerini güçlerini bırakıp korkuluğun önündeki meydana ilerlemeye başlamışlar. Korkuluğa yaklaştıkça kalabalıktan bir şaşırma nidasıdır almış başını gitmiş. Her bakan dönüp bir daha bakıyor, gözlerine inanamıyormuş. Hayretler içersinde bir birbirlerine, bir korkuluğa, bir korkuluğun karşısında durmuş, bıyık altından gülümseyen tilkiye bakıyor; sevinçle şaşkınlık arasında gidip geliyorlarmış. Önceki gün tilkiyle konuşan bostan sakini daha fazla dayanamayıp
“Benim gördüğümü siz de görüyor musunuz? İki karga korkuluğun şapkasının altına yuva yapmış.”
Diye haykırmış.