Benim kılıcım kalemimdir, ne söylediğim sözden ne de Hakkı bana geçen kalemimden vazgeçerim.
Peki, bu beylik cümleyi niçin kullanıyorum. Çünkü en ufak fikir ayrıldığında güçlü taraf güçsüz tarafa “seni öldürürüm” tehdidini savurmaktan geri durmuyor. Biz yazarlar da zaten kendi varoluş gerçekliğimizle boğuşurken bir taraftan sansürlerle diğer taraftan da bu tip tehditlerle karşı karşıya kalıyoruz. Ve işin komik tarafı bu anlarda yanımızda hiç kimse olmuyor. Kalemimiz kırılınca bu sese herkes kulaklarını tıkıyor. Yine de “Biz ölmeye hazırız siz de öldürmeye..(!) Asıl soru şu siz ölüme hazır mısınız?
Geçenlerde bir bilimsel makalede şöyle bir şey okumuştum:
İnsanın ortalama yaşam ömrü bebeklik, ilk çocukluk, son çocukluk ve uykuda geçirdiği süre hesaba katılınca ekstra bir problem olmazsa on beş yıllık bir zaman dilimine tekamül ediyor. Yani her haliyle mükemmel olan hiçbir pürüzle karşılaşmayan bir birey bu dünyada on beş yıllık bir serüvenin hakimi.
“Ölmeden önce ölünüz” sözüyle hareket edersek yani ahiret kavramına – ya da adına ne derseniz deyin çok önemli değil- vakit ayırdığınızda bunun yarısı da burada harcanıyor. Şimdi tekrar bir hesap yaparsak öldürmeye hazır olanla ölüme hazır olan arasındaki fark yedi buçuk yıllık bir süre. Büyük buhranlar, içinden çıkılmayan sorunlar, köşeye sıkışmışlıklar, tehditler, zorbalıklar… Hepsinin ederi yeminle pazara çıksa alıcı bulmaz. Peki bu gerçeğe rağmen niçin bu kadar kötülüğü düşünüyoruz. Bunu bir dini inanç doğrultusunda söylemiyorum.
Farz edelim bir ateistsin. Nasıl oluyor da bu gerçeklik karşısında dimdik ayakta durabiliyorsun. Bunu anlamak istiyorum, kendi hayatımda tatbik etmek için. Bu motivasyon nereden geliyor. On beş yıllık ömrü olan bir insanın canına erkenden kıymaya çalışmak -duygudan arındırılmış bir biçimde söylüyorum- ne anlam ifade ediyor. Galiba bu sorunun hiçbir cevabı yok. Cevap beklemek de büyük bir aptallık fakat biz biraz merak ediyoruz ya! O nedenle dizeler arasında gezinirken cevabı şimdilerde başka bir boyutta olan Nâzım’ dan aldım, saydım. Gelin birlikte Nâzım’a kulak verelim:
Ben içeri düştüğümden beri, güneşin etrafında on kere döndü dünya
Ona sorarsanız, lâfı bile edilmez, mikroskobik bir zaman
Bana sorarsanız, on senesi ömrümün
Bir kurşun kalemim vardı, ben içeri düştüğüm sene
Bir haftada yaza yaza tükeniverdi
Ona sorarsanız, bütün bir hayat
Bana sorarsanız, adam sen de, bir iki hafta
Katillikten yatan Osman
Ben içeri düştüğümden beri, yedi buçuğu doldurup çıktı
Dolaştı dışarda bir vakit
Sonra kaçakçılıktan düştü içeri, altı ayı doldurup çıktı tekrar
Dün mektup geldi, evlenmiş, bir çocuğu doğacakmış baharda