Dünyaya erkek olarak gelmişti. Babasının annesini ve kız kardeşini dövmesine tanık olarak geçirdi çocukluğunu. Şiddeti suç olarak değil bir çözüm aracı olarak algıladı hep.
Belleği şu sözlerle doldu:
“Kızını dövmeyen dizini döver”
“Kadının sırtından sopayı karnından sıpayı eksik etmeyeceksin.”
“Oğlan doğuran övünsün, kız doğuran dövünsün.”
“Kızın var mı derdin var, kızın var mı sızın var.”
“Kız çocuğu ya er koynunda ya yer koynunda.”
“Kızı kendi haline bırakırsan ya davulcuya kaçar, ya zurnacıya.”
“Avratta vefa zehirde şifa olmaz.”
“Gün doğmadan kalkan avrat, deh demeden yürüyen at.”
“Kadının yüzünün karası, erkeğin elinin kınası.”
“İyi ipek kendini kırdırmaz, iyi kadın kendini dövdürmez.”
Ve şu sözler de belleğinde derin izler bıraktı:
“Eksik etek.”
“Karı gibi konuşma.”
“Saçı uzun aklı kısa.”
“Elinin hamuruyla erkek işine karışma.”
“Erkeksiz avrat, yularsız at.”
Kadına şiddetin perde arkası ile böyle yetişen bir erkeğin normal olması mümkün mü? sorusunu soruyorum!
Mümkün olmadığını hemen her gün işlenen kadın cinayetleriyle görüyoruz.
Peki, ne yapılabilir?
Kadınları korumak için daha ciddi güvenlik önlemlerinin alınması, adalet sisteminin şiddete
sıfır toleransla yaklaşması, kız çocuklarının eğitimin son aşamasına kadar okumalarının
sağlanması önemlidir elbette.
Şiddet mağduru kadınlar için barınıp yaşamlarını yeniden kurabilecekleri sosyal kurumların
olmasının değeri de inkar edilemez.
Ama bana kalırsa sorunun kesin çözümü, erkeklerin kültürel kodlarının düzeltilmesinden
geçiyor. “Kadına şiddetin perde arkası” bunu vurgulamak istedim.
Anneden babaya, teyzeden dayıya, komşudan mahalledeki esnafa, kreşteki öğretmenden
üniversitedeki profesöre kadar ona dokunan herkesin kadın-erkek eşitliğini önemle
vurgulaması ve şiddeti lanetlemesi gerekiyor.