Bakın, artık bazı şeyleri netleştirmemiz gerekiyor. Vasatlık, hayatımızın neredeyse her alanında el üstünde tutuluyor.
Bu durum yalnızca “Eh, fena değil” denilecek bir durum değil; aksine, vasatlık, bir zorunluluk, bir standart haline getiriliyor. Ve bu sadece sinir bozucu değil, aynı zamanda uzun vadede toplum için son derece tehlikeli bir durum. Hangi alana bakarsak bakalım – ister sanat, ister spor, isterse siyaset – vasatlığa övgüler dizen, onu yücelten bir toplumsal yapı inşa ediyoruz. Ama asıl mesele şu: Vasatlık övüldükçe, gerçekten iyi olanın, mükemmelin değeri azalıyor. Yani, herkes ortalama bir seviyede mutlu ve tatmin olurken, aslında harika olanı gözden kaçırıyoruz. Vasatlık artık bir norm, hatta bir övünç kaynağı haline gelmiş durumda.
Şimdi, bu duruma biraz daha yakından bakalım. Ülkemizde de maalesef bu durum pek farklı değil. Sıradan bir yapım, program, proje ya da girişim, hak etmediği övgülerle taçlandırılıyor. Yeterince yüksek sesle bağıran, “Bakın ben varım!” diye haykıran bir şeye, ne kadar sıradan olursa olsun, insanlar anında alkış tutuyor. Ancak burada asıl tehlike, gerçekten övgüyü hak edenlerin bu gürültüde kaybolması. Oysa bir yandan “Ne gerek var?” dediğimiz şeyler, aslında hayatımızı gerçekten güzelleştiren unsurlar olabilir. Ne yazık ki, göz önünde olmanın mükemmel olmakla karıştırıldığı bir çağda yaşıyoruz. Öyle ki, vasat bir içerik veya ürün sırf çokça tüketildiği, çokça konuşulduğu için mükemmelmiş gibi lanse ediliyor.
Sanat ve kültür dünyasında da vasatlık hüküm sürüyor. Eskiden cesur ve yenilikçi işler saygı görürdü; şimdi ise popüler olmak için sıradanlık yeterli. Dizi ve filmlerde derinlemesine karakter analizi yapmak, ya da etkileyici bir anlatı sunmak yerine, basit ve tekrarlanan kalıplar kullanılıyor. “İzleniyor mu? İzleniyor.” Mantığıyla, içerik kalitesi değil, kitlelerin neye alıştığı önemli hale geldi. Vasatlık bu sayede alkışlanıyor.
Ekonomik alanda da durum pek iç açıcı değil. Şirketler ve kurumlar, kısa vadeli kar hedefleriyle uzun vadeli kaliteyi göz ardı ediyor. Bu, düşük kaliteli ürün ve hizmetlerin pazarda yer bulmasına, yenilikçi çözümlerin ise rafa kalkmasına yol açıyor. Rekabetin yerini tekdüzelik alıyor ve tüketiciler, daha iyisini arama şansını kaybediyorlar. Politikada ise vasatlık bir başka boyuta taşınıyor. Seçimlerde adaylar arasındaki farklar giderek azalmış durumda; çoğu zaman, seçmenler vasat adaylar arasında bir tercih yapmak zorunda kalıyor. Bu durum, demokratik sürecin verimliliğini ve etkinliğini sorgular hale getiriyor. Partiler ve liderler, karizmatik ve vizyon sahibi değil, sadece idare edebilir kişileri tercih ediyorlar. Bu da, uzun vadede toplumsal ve ekonomik sorunların daha da derinleşmesine neden oluyor.
Düşünün bir yazar ya da sanatçı; işini sadece “iş olsun” diye yapıyor, sadece günü kurtarmak için üretiyor ve sonunda da “Bu, işte tam aradığımız şey!” deniliyor. Peki ya gerçekten tutkuyla, özveriyle çalışanlar? Gerçekten bir şeyler anlatmak, bir fark yaratmak isteyenler? Onların sesi ne zaman duyulacak? Vasat övüldükçe, mükemmel olanın değeri düşüyor. Üstelik bu sadece anlık bir durum değil; bu övgüler sayesinde vasatlık yerini sağlamlaştırıyor, kök salıyor. İnsanlar artık en iyisini aramaktan, en iyisini yapmaktan vazgeçiyor. “Bu kadarı da yeterli” demeye başlıyoruz, oysa “bu kadarı” aslında yetmemeli.Vasatlığın alkışlandığı bir dünyada, mükemmelliğin izini sürmek, sadece bir arzu değil, bir zorunluluktur.
Vasatlığa övgü yağdırdıkça, toplum olarak ilerleyemeyiz. Hep bir şeyler eksik kalır. O eksiklik başta fark edilmese de zamanla büyür, adeta bir kartopu gibi yuvarlanarak devasa bir probleme dönüşür. Çünkü insanlar, neden daha iyisini yapmaları gerektiğini sorgulamaya başlar. “Nasılsa bu da alkış alıyor” diye düşünerek, yenilikçi fikirler, yaratıcı projeler bir köşede tozlanmaya bırakılır. Bu durum, sadece bireylerin değil, toplumun genel dinamizmini ve gelişme potansiyelini de baltalar.
Vasatlığa gösterilen bu gereksiz hayranlık, sadece sıradan olanı yüceltmekle kalmıyor, aynı zamanda gerçekten değerli ve anlamlı olanı gölgede bırakıyor. Bir düşünün; herkes “Bu kadarı yeter” diyerek elindekine razı olduğunda, toplumun dinamikleri körelmeye başlar. Yaratıcılık, yenilikçilik ve mükemmeliyet arayışı, “Nasıl olsa böyle de iş görüyor” düşüncesiyle törpüleniyor. Oysa, asıl ihtiyacımız olan şey, gerçekten anlamlı bir fark yaratabilecek, ilham verecek ve bizi ileriye taşıyacak olanları arayıp bulmak.Bu sebeple, vasatın zaferine dur demek zorundayız. Her alanda kaliteyi, yeniliği ve mükemmelliği yeniden arzulamalıyız. Vasatlığa verilen her övgü, geleceğimizden çalınan bir başarıdır. Ve bu başarıyı geri kazanmak, sadece mükemmelliğe yeniden değer vermekle mümkün olacaktır.
Vasatlığa verdiğimiz bu anlamsız ödüller, bizi durağanlığa hapsediyor. Eğer gerçekten bir fark yaratmak istiyorsak, sıradan olanı alkışlamaktan vazgeçmeli ve gerçekten çaba harcayan, olağanüstü olanı öne çıkarmalıyız. Herkesin kolayca tatmin olduğu bir dünyada değil, standartları yükselten ve insanları daha iyiye teşvik eden bir dünyada yaşamak istiyorsak, neyi desteklediğimize dikkat etmeliyiz. Unutmayın, gelecek sıradan olanı değil, sıra dışı olanı hatırlayacak. Bu yüzden, alkışlarınızı gerçekten hak edenlere saklayın; çünkü bu alkışlar, geleceğin kim ya da kimler tarafından şekilleneceğini belirleyecek.