Milyarlarca yıldır, yine milyarlarca farklı canlı türüne ev sahipliği yapmış olan mavi gezegen Dünya, insanoğlunun ellerinde artık adeta can çekişiyor.
Belki hemen yarın gerçekleşecek bir ölüm değil onunki, belki de bundan dolayı bu kadar rahat davranıyoruz ancak her ne kadar onun kalan milyarlarca yıllık ömrünün tamamını yaşayamayacak olsak da her geçen gün ona çok büyük zararlar veriyoruz. İçinde bulunduğumuz çağa ne isim veriyorsunuz? Bilgi çağı mı? Yoksa internet çağı mı? Bilim adamları bu çağa çok daha genel ve kapsayıcı bir isim veriyorlar: Antroposen Çağı. Kısaca insanın biçimlendirdiği çağ anlamına geliyor. Zira insanlar olarak artık Dünya’da son sözü biz söylüyoruz! Yeşili kendi isteğimizce yok ediyor, yerine devasa binalar dikiyoruz. Yaban hayvanlarına ve onların yaşam alanlarına saygı göstermeyi reddediyoruz, yediğimiz ve ticaretini yaptığımız hayvanların ise yine biz insanlarla bir bağı var diye müsaade ediyoruz.
Sıcaklık Artışları Artık Düşmeyecek!
Daha yeni, geçtiğimiz ay binlerce hektar ormanlık alanımız yandı, hayvanlarımız telef oldu. Her sene orman yangınları oluyordu ancak bu seferkini diğerlerinden ayıran çok önemli bir ayrım vardı. Bu yangınlar adeta durdurulamaz derecede vahşiydi.
Sadece Türkiye’de değil, dünyanın pek çok noktasında devasa alevlerin arasında kaldı insanoğlu. Yahu Sibirya yanar mı? Yandı işte. Çünkü “buzullar eriyor” lafı senelerce gündem konusu olması gereken yerde dalga konusu oldu. İnsan adeta bir parazit gibi mahvettiği mavi gezegeni görmezden gelmeyi seçti. Arabaların egzozundan fabrikaların denizlere boşalttığı atıklara kadar pek çok faktör doğayı yüz yıllardır zehirlemekte. Topraklarımız bu zehirle akan sularımızla besleniyor.
Eğer bunlar ilginizi çekmediyse asıl sizi ilgilendiren mevzuya geçelim. Önlem alsanız iyi olur zira içinde bulunduğumuz yıl “son yılların en sıcak yılı” olduğu kadar “gelecek yılların en az sıcak yıllarından bir tanesi”. Çünkü son yıllarda yapılan araştırmalara göre insanoğlu geldiği bu noktadan geri dönmek istese ve bütün devletler artık en yeşil politikaları uygulasa bile yer yüzü 50 sene içerisinde ortalama sıcaklık olarak 1.5-2 derece ısınacak. “Aman canım 1 derece de ne ki” demeyin, zira dünya üzerinde her yerin eşit derecede ısınacağını düşünmüyorsunuz herhalde!
Sıcaklık Dalgaları Göç Dalgalarını Körükleyebilir
Yapılan araştırmalar gösteriyor ki dünya üzerindeki bazı yerleşim yerleri artık yavaş yavaş “yaşanıla bilirlik” özelliklerini kaybediyor. Ve bu daha başlangıç. Sıcak hava dalgasından dolayı 2021 yılında dünyanın en soğuk ülkelerinden biri olan Kanada’da bile yüzlerce insan hayatını kaybetti. Peki ya gelecekte çok daha sert vuracak sıcak hava dalgaları Pakistan, Hindistan, Afganistan gibi ülkeleri vurup daha büyük kitlesel ölümlere yol açarsa ve bu ülkelerdeki yerleşim yerleri de yaşanamaz derecede sıcağa teslim olursa? Bu kadar büyük bir nüfusun göç etmeye kalktığını bir düşünsenize. Peki o zaman ne yapacağız? Ben size söyleyeyim. Değil suyumuzu ya da kaynaklarımızı, havamızı bile paylaşmak istemeyeceğiz. Peki ya aynı durumda biz olursak? Kim bizimle oksijenini paylaşmak isteyecek? İşte o zaman dünyayı klimalar da kurtaramayacak. Serinlemek için denize girdiğimizde, fabrika atıklarının denizlerimizi boğması nedeniyle meydana gelmiş olan devasa müsilajlarla karşılaşacağız.
Hayvanlar ve Meyve Sebzelerimiz
Artık dünyada eski yöntemlerle hayvan yetiştiriciliği yapanların sayısı çok azaldı. Büyük et ve süt üreticileri hayvanları inanılmaz işkence ve ilaçlarla “maksimum verim” için adeta köle olarak çalıştırıyor. Biliniz ki hayvanlar bizim kölelerimiz değildir. Milyonlarca hayvan bütün ömürlerini birkaç metrekarelik bir alanda, süt sağma makinelerine bağlı olarak geçiriyor. Profesyonel tekniklerle üremesi sağlanan hayvanlar doğum yaptıklarında ise, annesiyle vakit geçiremeden, yavru annenin elinden alınıyor ve olabildiğince hızlı büyümesi ve üretken hale gelmesi için çeşitli yöntemlerle beslenerek adeta şişiriliyor. Tüm bunlar olurken hayvanların psikolojisi ya da hayatı kimsenin umurunda olmuyor.
Üreticiler hayvanları bir sermaye/işçi kombinasyonu olarak görüyor ve yalnızca ürüne odaklanıyor. Aynı şey bitkiler için de geçerli. Tarım artık doğal yöntemlerle değil, ilaçlarla yapılan bir ticari faaliyet haline geldi. Toprağa verdiğimiz zehirlerle beslenen meyve ve sebzeleri afiyetle yiyoruz. Toprağa veya kendimize verdiğimiz zarar ise önemli değil zira ekonominin çarkları böyle dönüyor. Peki ama yeterli ömrünüz yoksa harcayacak paranın ne anlamı olabilir ki?
Geç olmadan, çok geç olmadan, ümitler tamamen tükenmeden bilinçlenmeli bilinçlendirmeliyiz. İnanılmaz hızlı artan nüfus elbette ki tarım ve hayvancılıktaki bu yapaylığın nedenlerinden biri, ama tek neden değil. Uluslararası kuruluşlar, devletler ve şirketler bu durumun en büyük suçlusu, dolayısıyla onlar işe el atmadan bu gidişi durduramayız, ama el ele vererek sesimizi yükseltmek de bizim elimizde. Dünya olağanüstü günler geçirirken, biz “kendi dünyamızda” kaybolamayız. DOĞA İÇİN, DOĞAN İÇİN HAREKETE GEÇ!