Değerli Okuyucularım; Özel yaşamımızda kendi standartlarımızı oluşturmak, korumak, yükseltmek ve/veya geliştirmek için birçok eğitim alıyoruz.
Aldığımız eğitimlerin hafızımızda yer alması ve eyleme dönebilmesi için teorik ve uygulama olarak pekiştiriyor, deneyimliyor, beyin fırtınasına dönüştürüyoruz. Edindiğimiz her deneyim, her bilgi, çıktığımız her yolculuk bu bağlamda bize doğrusal açıdan fayda sağlıyor. Peki aldığımız eğitimleri doğru zamanda ve doğru yerde kullanabiliyor muyuz? Gelin ihtiyaç hiyerarşilerimizi, motivasyon sınırlarımızı tanıyalım.
Yokluğunu ve/veya eksikliğini hissettiğimiz şeylerin, ortadan kaldırılması için harcadığımız çabalar sonucunda, tatminlik duygumuzun karşılandığını hissettiğimizde, ihtiyaçlarımızın yerine getirildiğini ifade edebiliriz. İhtiyaç kategorilerine göre hedef, değer ve önceliklerimizi belirleriz. Bu oluşum arayışımıza baskın gelen bizi en temel kaynağa ulaştıracak anahtarı belirlerken, ihtiyaçlarımızı o an için sıralamamıza ve yeteneklerimizi keşfetmeye yahut kişisel gelişim düzeyimizi de belirlemeye/arttırmaya yönelik hareket etmemizi sağlar. Bu nedenle kısa, orta ve uzun vadede planlar (maddi ve/veya manevi) yapıyoruz.
Harmanlıyor, geliştiriyor ve güncelliyoruz. Varoluşumuzdan bu yana hayat ve hürriyetimizi korumak için muhtaç olduğumuz en yaygın ihtiyaçlar; gelir, barınma, eşya, kıyafet, toplumsal oluşumlar için sanat, kültür, gelenek ve görenekler, mesleğe ait alet ve makine, binek taşıtlar, ilim için kitap vb.
Maslow gereksinimleri teorisi ile şu şekilde kategorize etmektedir. Sıralamayı hiyerarşik olarak alttan üste göre konumlandığını hayal edelim.
- Fizyolojik gereksinimler (nefes alma-verme, besin, su, cinsellik, sağlıklı metabolizma, boşaltım, uyku)
- Güvenlik gereksinimi (beden, sağlık, ahlak, aile, iş, kaynak ve mülkiyet güvenliği)
- Ait olma, sevgi, sevecenlik gereksinimi (arkadaşlık, aile, cinsel mahremiyet)
- Saygınlık gereksinimi (özsaygı, özgüven, başarı, başkalarına saygı duymak, başkaları tarafından saygı duyulmak)
- Kendini gerçekleştirme gereksinimi (erdemli, yaratıcı, içten, problem çözücü, önyargısız ve hakikatleri kabul eder olmak)
Her kategori özel hayatımızdaki standartların oluşturulması ve/veya geliştirilmesi hakkında bize önemli ip uçları verdiği gibi, amaç ve hedeflerimize göre iş hayatındaki konumumuzu da aynı hiyerarşi de görebilirsiniz.
Başarılı olmak arzusu, bize hedefimize nasıl ulaşacağımız hakkında sorular sordurmaktadır. Kişi ilk gereksinimlerini tatminlik düzeyinde karşılamadan, ikinci düzeydeki gereksinimlerini algılamayacak ve bu gereksinimlerin gereğini (eksikliğini) hissetmeyecektir (doğrudan ihtiyaç yokluğu söz konusudur). Örnek; beslenme ihtiyacı karşılanmadığında, ilim ihtiyacı için kitap okumamak veya günlük olarak beslenme ihtiyacını karşılasa da güvenli alan içinde bulunmayan ve sürekli tehdit/tehlike algılayan bir kişinin sanat gereksinimi olmayacaktır.
Bu bağlamlarda ihtiyaçların ifade edilebilmesi için en doğru iletişim ve iletişim kaynaklarının doğru kullanılması gerektiğini dip not olarak vermek isterim (doğum, yaşam ve ölüm arasındaki yaşam boyunca ilk insanlardan günümüze kadar birçok kez iletişim kanalları ve tarzları evrimleşmiş ve gelişmiştir).
Hangi işe uygun olduğunuzu, kişilik envanteri ile sonuçlarını bilmek bize ışık tutabilir mi? Hepimizin bildiği üzere bir iş yerine başvuru yaptığımızda mülakatlarda kişilik envanteri dolduruyoruz. Özel olarak verdiğimiz cevapların sonuçlarını ne kadar aday biliyor? Bu durum soru taşlarını doğuruyor, olumsuz sonuçlanan mülakatın sebebi kişilik envanterinin sonucu muydu, yoksa başka bir neden mi var? Kişinin kurgusal ve içgüdüsel olarak bunları sorması, kendini yetersiz hissetmesine sebebiyet verdiği gibi kendine olan güveni konusunda da zor durumlar yaşatmaktadır.
Tam da iş arayışında iken motivasyonun bozulması diğer görüşmeleri etkilemektedir. Kişinin burada sürekli bilinci açık ve olayları yorumlama biçiminin en sağ duyulu yönüyle gerçekleştirmesinde önem var. Bir mülakat esnasında kişilik envanterini doldurmaktansa, bireyin öncelikli olarak kendi envanterini oluşturmasında, eksik yönlerini tamamlamasında fayda bulunuyor. Bu sayede önünüze çıkacak herhangi bir soru, tanımlama veya çözümlenmesi gereken bir maddede kendinizdeki potansiyeli tanıma gücü, karşınıza çıkacak olumsuzluğu yenebilir.
İş yaşamından nasıl etkileniyoruz? Bundan kırk yıl öncesinde her şey o dönemin sistemlerine uygun iken (masa üstü bilgisayar dahi yokken) bugün hologramlı toplantılar düzenleniyor. Her geçen gün yenilenmeye ve değişime ihtiyaç duyuyoruz. Hem şirket açısından hem de bireysel olarak. Değişimin ihtiyacı var olmaktan, felsefeden gelir. Doğa tekniksel ihtiyaçlarımızı doğrudan karşılamadığında; keşif, icat ve iş/beceri geliştirmekle elde ediyoruz. Örneğin “uçmak” ihtiyacı uçağı icat ederek, kullanmamıza fayda sağlıyor.
Metropol semtlerinin riskli yaşamlarında, günlük pratik çözümlerimiz dahi kırsal kesimlere nazaran daha farklıdır. Tehlike algılayışımızda yaşadığımız coğrafyaya göre değişiklik gösterir. Kırsal iklimde yaşayan insanlar ile residence de yaşayan insanların yalnızlık hissiyatı ortak karamsarlığın birer parçalarıdır. Belki de aynı müziğin kopuk birer kaybolmuş parçalarıyız demek en iyi özet olabilir. Büyük şehirlerden köylere göç etmenin moda olduğu dönemde, gelişmekte olan teknolojiyi de bavulumuza koyup köylere gidiyor, organik pazarlar kuruyoruz?
Dağ da şifa bitkisini toplayan çalışan ile plazalar da proje için beyin gücünü çalıştıran aynı havuz da mıdır? Doğrudan bu sorunun cevabı: aynıdır. Kentleşme ile aile yapısının değişmesi bizim temel ihtiyaçlarımızı karşılama gayesinden öteye geçmemektedir. Farklı yüklerin aynı amaca hizmet ediyor oluşu, sosyo-kültürel gelişime ve hayat standartlarının farklılaşması ayrı bir başlıkla tanımlamak, yorumlamak gerekmektedir. Beyaz yakanın kredi tufanı, köyün nüfus problemi kaygısı…
Bireyin yenilikçi, öğrenime açık olması, aynı ihtiyaçlardan doğan zincirlerin oluşmasına ve insanların yaşadığı çağda ne olması gerektiği cevabını veriyor. Eski çalışma ve sosyo-kültürel anlayışta çoğunluk bilincinden bireysellik bilincine yöneldik. Bu bireysellik bilincinde hitap mercii nitekim ki çoğunluktur.
İşimizde, sosyal yaşamımızda, bilgi açlığımızda “değer” arıyoruz. Bireyselleşen dünya da kalıcı olabilmek adına imkanları nasıl değerlendirdiğimiz, onlara olan yaklaşımımız hedeflerimize attığımız adımların da karşılığını veriyor. Bulanık suyu durulaştırma çabalarında, geçmiş şu an ve gelecekten (beklentiler ile) depolamalar yapıyoruz.
Bireyin kendine katkısı, kurumların kendine (marka) katkısı topluma katkısını açıklar. Markanın müşteriler üzerindeki psikolojik ve duygusal olarak kendinden bir parça bulmasının faydasına ve bu sayede de sürdürülebilirliğini arttırma stratejilerini beslemesini sağlamak bu doğrultuda başarılı olma girişimleri söz konusuyken, bu hedefte onları iyi temsil edecek ve inovasyon kuracak çalışanlara ihtiyaçları vardır. Birçok şirketin örgütsel kültürlerine, misyon ve vizyonlarına baktığımızda daha katılımcı ve paylaşımcı tarzlarının olduklarını göreceğiz. Kişisel gelişim serüvenimiz ve ihtiyaç hiyerarşimiz, şirketlerin sürdürülebilirlik serüveni ve ihtiyaç hiyerarşilerini aynı şema da farklı isimlerle açıklayabilir, tüm sektörlere yoğurabiliriz.
Bu katılımcı ve paylaşım bilinci ile yola çıkan şirketlerin; güven, anlayış ve güç tanımlarını kuvvetli bir dinamiğe dönüştürüyor. Siz nerede olacağınızı, nerede olmak istediğinizi, ilkin ne olduğunuza, olmak istediğiniz şey için ne yaptığınıza cevap ararken, sürekli çalışma halinde cevap bulabilirsiniz. Muhakeme yeteneğini geliştiren bireylerin, istediği yaşamı inşa edebilmeleri irade farkındalığını oluşturması ve gerçekleştirmesinde önemli derece de yarar bulunmaktadır. Böylelikle Maslow’un verdiği “Kendini gerçekleştirme ihtiyacı” birçok kademe de uzun vade de tatminlik sağlayacak.
Yararlı olması dileğimle…