Göç bir yerden başka bir yere gerçekleştirilen dinamik, kalıcı veya geçici yolculuk serüvenidir. Göç neden erkekle başlar?
Bu yolculuk zaman zaman zorunlu, bazen de keyfi unsurlar sayesinde gerçekleştirilebilir. Ben bu yazımda, zorunlu göç kapsamında özellikle günümüzde de toplumda oldukça yankı bulan Türkiye’ye yönelik göçlerin neden genellikle erkekler üzerinden gerçekleştirildiğine veyahut erkeklerin savaşmak yerine bazılarının ailelerini bırakarak göç etmelerinin meşru sebeplerine elimden geldiğince değineceğim.
Öncelikle jeopolitik konumu gereği Türkiye, göç odaklı olarak Orta Doğu ile Avrupa arasında transit geçiş ülkesidir. Diğer yandan ise bölgedeki bazı ülkelere nazaran yaşam şartları gelişmiş, yumuşak gücü (soft power) etkili bir aktör konumundadır. Dolayısıyla göç için etkin şartlar oluştuğunda bireylerin Türkiye’yi geçiş veya kalıcılık konusunu tercih etmeleri gayet rasyonel görünmektedir.
Ancak, yalnızca Türkiye sınırları veya çevresi dahil olmamak üzere genel manada göç yolları tehlikeli ve zor koşullar içermektedir. Sınır geçişlerinde, ülke içerisinde veya yaşam koşullarında göçmen bireyler insan haklarını göz ardı edilen durumlarla karşı karşıya kalabilmektedir. Türkiye özelinde bakıldığında ülkeyi transit amaçlı kullanan düzensiz göçmen ve kaçak göçmen gruplar Avrupa’ya geçebilmek için çoğunlukla denizleri kullandıklarından ötürü ölüm sayıları oldukça yüksektir.
Bu konuda önlemler alınmasına rağmen International Organization for Migration (IOM) verilerine göre 2016 yılında 4.329 kişi, 2021 yılının Haziran’ı itibariyle de 1.453 kişi yalnızca denizlerde hayatını kaybetmiştir. Bu duruma ek olarak özellikle sınır geçişlerinde Birleşmiş Milletler raporları incelendiğinde, büyük ölçüde kadınlara yönelik taciz, tecavüz ve esir alma olayları gerçekleşmekte, erkekler ise çoğu zaman kaçakçılar ve çıkar grupları tarafından dolandırıcılık faaliyetlerine maruz kalabilmektedir. Ayrıca özellikle düzensiz göç oldukça maliyetli bir konudur. İnsan kaçakçılarının göçmen bireyleri farklı ülkelere ulaştırabilmeleri bu bireyler açısından yüksek maddi zarar yaratmaktadır.
Tüm bunlar göz önüne alındığında, özellikle Orta Doğu göç profili önden erkeklerin giderek ailesi için güvenli geçiş noktaları ve yerleşim yerleri bularak sonrasında ailelerini yanlarına almaları çerçevesinde incelenmektedir. Ancak dikkat edilmelidir ki özellikle insan kaçakçıları göçmen bireylerden genellikle kişi başı ücret aldıklarından ve bu coğrafyada da kalabalık ailelerin varlığı göz önüne alındığında öncelikle erkek bireylerin ulaşabildikleri noktada çalışarak ailesine gerekli parayı ulaştırması beklenmektedir. Bu noktada da karşılarına bazı işveren grupların neden olduğu emek sömürüsü çıkmaktadır. Ne yazık ki hem devlet hem birey açısından olumsuz sonuçlar doğuran bu durum ülkemizde de yaşanmakta ve insan hakları ihlalleriyle sonuçlanmaktadır.
Ek Bilgi : Bu noktada değinmek istediğim ve sonraki yazılarımda da detaylıca kaleme alacak olduğum ‘çok doğurganlık’ psikolojisinden bahsetmek istiyorum. Özellikle savaş ve büyük afet zamanlarında bireyler içgüdüsel olarak soylarının tükenme tehlikesine karşı psikolojik bir tepki geliştirirler. Bunu ülkemizde yaşayan göçmenlerde de görmek mümkündür ve büyük oranda sebebi aslında budur.
Konu ile ilgili araştırma raporları incelendiğinde görülecektir ki, göç aktivitesi güzergahlar üzerinden ilerlemektedir. Örneğin; İdlib’i başlangıç noktası kabul edelim. İlk hedefte Hatay olsun. Göçmen erkek birey Hatay’a vardığında ailesine İdlib’den, Hatay’a nasıl güvenli şekilde geldiği konusunda bilgilendirme yapmaktadır. Sonrasında ise Hatay’dan örneğin Ankara’ya gittiğini varsayalım. Aynı şekilde Hatay’a gelen ailesine aynı şekilde güvenli güzergah ve seçenekleri aktaracaktır. Tabi bu süreç uzayabilmekte olup, erkek bireyin çalışarak ailesine maddi destek sağladığı kadar gerçekleşecektir. Diğer türlüsü özellikle kadın ve çocuklar açısından daha önce bahsettiğim negatif etkiler yaratacaktır.
Son zamanlarda gördüğümüz ülkemize yönelen Afgan göçünde görülen de yukarıda bahsettiğim sebepleri destekler niteliktedir. Göç, dinamik ve değişken bir olgudur. Medya takip edildiğinde (doğru görseller) çoğunluğun erkek olduğu dikkat çekmektedir. Bu durum yerli halk nezdinde infial yaratsa da göç sosyolojisi bunu gerektirmektedir. Asıl amaç aslında gözden kaçan kadın ve çocukların göç esnasındaki can güvenlikleridir.
Aileleri ile birleşmeyi başarabilen göçmenlerden bahsetmekte yarar görüyorum. İlk olarak yol boyunca yaşanan psikolojik travmalar ve kayıplar giderilmeye çalışılacaktır. Maddi olarak tahrip olan aile ekonomisi yaşam standartlarını karşılamadığında yeniden düzene sokulması amacıyla belki farklı iş kolları veyahut suça yönelim artacaktır. Aile mevcudiyetinin fazlalığı da hesaba katıldığında en büyük sorunlardan biri ekonomik sebepler haline gelecektir. Diğer yandan ailenin yeni yerleşim yerine entegresi zaman alacağından yabancılık hissi yol boyunca yaşanan psikolojik travmaların üzerine binecektir ve bu noktada devlete büyük görev düşmektedir. Bu bağlamda ırkçı ve ötekileştirici düşünceler de devreye girdiğinde, gerekli sosyal uyum politikaları ve entegrasyon sağlayıcı çalışmalar göçmen topluluklarına en azından insan onuruna yakışır şekilde yaşayabilme olanağı sağlamalıdır.
Son olarak; özellikle ekonomik yetersizlik sebebiyle kadın göçmenler iş hayatına atılmaya çalışacaktır ve burada da yeni tehlikeler baş gösterecektir. Raporlar incelendiğinde büyük ölçüde emek sömürüsü, taciz, tecavüz bu noktada yine devreye girecektir. Bu gibi durumlar düzensiz göç akınlarında önlenmesi ve kontrolü oldukça zor durumlardır. Aynı şekilde göç esnasında veya savaşta eşini kaybeden kadınlar, kendilerini koruma altına alma amacıyla istemedikleri kişilerle evlilikler gerçekleştirmekte ya da seks işçiliği gibi sorunlu sektörlerde çalışmak zorunda kalacaktır. Medyada çıkan haberlere göre ise evli erkeklerin de bekar göçmen kadınlarla psikolojik ve ekonomik zaafları nedeniyle birlikte oldukları ve kendi aile birliklerini tehlikeye attıkları haberleri zaman zaman göze çarpmaktadır.
Sonuç Yerine;
Göç dinamiktir. Terk edilen yer evdir ve varılan hiçbir yer artık o güveni bireylere sağlamayacaktır. Dahası varılan hiçbir yer artık ev olmayacaktır. Göçmen okurlarımı tenzih ederek geri kalan kısmı şöyle bir düşünmeye davet ediyorum; gidilen hiçbir yerin eviniz olmadığını. Dahası yukarıda bahsettiğim tehlikeleri hayatınıza dahil ederek sonuca varmaya çalışmanız, tahmin ediyorum durumu anlamamıza yardımcı olacaktır.
Theodor Adorno ; “Artık kişinin evinde, kendini evinde hissetmemesi bir ahlak meselesidir.”
Edward Said ; “…çünkü sadece aileden ve aşina mekanlardan uzakta amaçsızca dolaşmaktan öte bir şeydi, aynı zamanda kendini hiçbir zaman evinde hissetmeyen, etrafına hiç uyum sağlayamayan, geçmişe yatıştırılamaz bir acıyla, bugüne ve geleceğe ise buruklukla bakan biri, sürekli toplumdışı olan biri anlamına da geliyordu.”
Evimizin değerini bilmek ümidiyle,
Sevgiler.