Milan belki ligde aradığını bulamıyordu ama Avrupa Kupası alışkanlığından vazgeçmemişti. Tarihi değiştiren efsane 6 dakika.
Avrupa‘nın yükselen yıldızı Borussia Mönchengladbach’ı geçip bir sezon önce şampiyon oldukları Kupa Galipleri Kupası’nda bir kez daha finale yükseldiler. 8 Mayıs 1974’te Rotterdam’da final için sahaya çıktıklarında karşılarında Doğu Almanya’dan Magdeburg vardı. Fakat sahadaki görüntü, bir Avrupa finalinden çok bir hazırlık maçını andırıyordu. Kupayı kazanacaklarından emin Milan taraftarları, Hollanda’ya gitme zahmetinde bulunmamış ve Milano’da takımı beklemeyi tercih etmişti. Tribünlerde sadece dört bin küsur seyirci vardı.
Maç bittiğinde Milano’daki taraftarların kendilerine gelmeleri kolay olmadı. Magdeburg antrenörü Heinz Krügel, Milan’ın beyni Gianni Rivera’nın bütün yollarını kapatmış ve felç olan Milan, sahadan2-0ʻlık mağlubiyetle ayrılmıştı. Genç antrenör Giovanni Trapattoni, ilk A takım sezonuna kredi kaybıyla başlamıştı. Daha da önemlisi,1963’ten itibaren iki Şampiyon Kulüpler Kupası, iki Kupa Galipleri Kupası ve bir de Intercontinental Cup kazanan Milan, Avrupa sahnesinde uzun bir uykuya dalacaktı. İtalyan sistemi 1970’lerde çökmüş, Hollanda ve Alman takımları üstünlüğü ele almıştı.
Liverpool’un uzaktan izlediği filmin yıldızı, uykusundan uyanan bir devdi: AC Milan Silvio Berlusconi takımı satın almış, büyük transferlerle Avrupa’nın tepesine çıkacak birtakım yaratmıştı. 1990’ların ortasına kadar korkulan takım olmayı sürdürdü. 1995’te Ajax’a finalde kaybedip düşüşe geçene kadar müzeye üç adet Kupa 1 daha eklemişlerdi. Liverpool, 1990’ların başında Avrupa arenasına UEFA Kupası ile geri döniş yaptı ama eski şatafatlı günlerden uzaktılar. Milenyum ise onlara şans getirmişti; 2000-2001 sezonunda UEFA Kupası’nı kazandılar.
1970’lerdeki yükselişlerinin sinyalini de iki UEFA Kupası ile vermişlerdi. Fakat o günlere ulaşmaları bu sefer pek kolay gözükmüyordu. Nitekim1990’daki şampiyonluktan sonra lig sonunda tepede olmayı başaramadılar. Yine de 2000-2001 sezonunda devler sahnesine eskisi gibi ‘şampiyon’ rütbesiyle olmasa da adım atmışlar ve ertesi sezon da çeyrek finale kadar yükselmeyi başarmışlardı. 2002-2003’te bir kez daha Şampiyonlar Ligi bileti alsalar da grubu geçemeyeceklerdi…
2003’te Galliani ve Berlusconi’nin MilanA.Ş.si geri dönmüştü. Doksanların ortasından itibaren bocalamaya başlayan Milan, 2002-2003 sezonuna büyük transferlerle başlamış, ligde zirveden uzak olsa da sıkıcı bir final sonunda Juventus’u yenerek Şampiyonlar Ligi’ni kazanmıştı. 1980’lerin sonunda takımın orta sahadaki beyni olan Carlo Ancelotti’nin çalıştırdığı takım; Nesta, Maldini, Pirlo, Gattuso, Inzaghi gibi yerli yıldızların yanında Shevchenko, Rivaldo, Seedorf ve Rui Costa gibi uluslararası yeteneklerle göz kamaştırıyordu. Avrupa şampiyonu kadroya Kaka ve Cafu gibi birinci sınıf takviyeler yapıp ertesi sezon Serie A’da özlenen şampiyonluğa ulaştılar.
Şampiyonlar Ligi’nde ise büyük favori başladıkları sezon, hâkimiyet kurdukları ilk maç sonrasında Deportivo deplasmanında yerle bir olmuştu. 4-1 kazandıkları karşılaşmanın rövanşında henüz ilk yarı bittiğinde 3-0 gerideydiler. Devamında toparlanamayan İtalyan ekibi, 4-0’lık büyük bir hayal kırıklığıyla Milano’ya dönüyordu. Liverpool, iki sezona Şampiyonlar Ligi’ne ara vermişti. 2003-2004’te Premier Lig zaferi yine erişmesi güç bir hayaldi ama ucundan da olsa Şampiyonlar Ligi biletini aldılar.
Yeni sezon, aynı zamanda yeni bir başlangıç olacaktı.1990’ların sonunda Boot Room’ kökenli son menajer Roy Evans’ın koltuğuna oturarak kulüp tarihine geçen Gerard Houllier ile yollar ayrılmış, Valencia’daki UEFA Kupası ve lig şampiyonluklarıyla dikkat çeken Rafael Benitez göreve getirilmişti. Benitez, İspanya’ dan iki önemli oyuncuyla gelecekti. Biri, kariyeri ortada olan Morientes’ti; diğeriyse adından henüz söz ettirmeye başlayan orta saha Xabi Alonso… Bütün bu hamleler Premier Lig’de yeni bir çöküşe engel olamadı. Takımın ligdeki en uzun süreli kazanma rekoru üç maçtı.
Şampiyonlar Ligi’nde ise işler uzun süredir gitmediği kadar iyi gitmişti. Grubu biraz zorlanarak geçseler de kıtanın son yıllardaki yükselen takımı Bayer Leverkusen’i ikinci turda eleyip çeyrek finalde de Juventus’u saf dışı bıraktılar. İlerleyen yıllarda bir Şampiyonlar Ligi klasiğine dönüşecek olan kısır Liverpool-Chelsea eşleşmelerinin ilki, o sene yarıfinalde gerçekleşecek ve Liverpool iki maçta bir gol atarak yirmi yıl sonra Kupa1’de finale çıkacaktı…Milan ise sınırları zorlamaya devam etti. Jaap Stam’ı kadrosuna katarak Cafu-Stam-Nesta-Maldini hattın oluşturdu.
Chelsea’de aradığını bulamayan Hernan Crespo, kiralık olarak takıma katılmış ve Shevchenko ile birlikte konsol oyunu sevdalılarının hayallerindeki ikiliyi oluşturmuştu. Carlo Ancelotti’nin baklava4-4-2’sinin orta hattında ise şef Pirlo, Seedorf, Gattuso ve Kaka vardı. Milan, ligde yine Juventus’a boyun eğiyordu ama Şampiyonlar Ligi’nde Barcelona nın önünde grubu lider bitirdiler ve Manchester United ile Inter’i gol yemeden eledikten sonra PSV yi de geçerek finale çıktılar. PSV maçında rehavet alışkanlıkları nüksetmişti. 2-0 ın rövanşında henüz ilk on dakikada yedikleri golü Milan’ın dağılmasına ve Ambrosini’nin 90. dakikadaki golü dışında neredeyse bir olumlu hareket dahi gösterememelerine sebep olmuştu. Yine de 3-1’lik yenilgi bile final bileti için yeterliydi.
MİLAN DAHA İYİ TARAFTI. DOKTORAGÖRÜNMELİ BUNU TARTIŞAN BİLE. DÜNYA KARMASI GİBİYDİLER.
25 Mayıs 2005’te Atatürk Olimpiyat Stadında tarihi bir final oynanacaktı. İlk kez kupayı enaz dörder kez kazanmış iki takım finaldeydi ve tarafların biri tam yirmi yıl sonra Kupa 1 finaline dönmüştü. Yine de kâğıt üstünde şanslar o kadar eşit dağıtılmıyordu. Hiç şüphe yok ki Milan daha iyi taraftı. Bunu tartışanın bile bir doktora görünmesi gerek Dünya Karması gibiydiler… İlk 11 başlamadığı için biraz buruk olan Liverpool’un Alman orta sahası Dietmar Hamann, yıllar sonra bunları söylüyordu. Maç da beklendiği gibi başladı ve yedinci Kupa 1 finaline çıkan 37 yaşındaki Paolo Maldini, daha ilk dakikada finallerin en yaşlı golcüsü unvanını alarak takımını 1-0 öne geçirdi. Milan’ın planı aslında basitti: Liverpool’a orta sahada presi yapıp ağır savunmasının arkasına toplar atmak. Uzun toplarla Pirlo ya da şimşek hızında driplingler ile Kaka, bunun için uygun iki isimdi.
İleride ise belki de o dönem yeryüzünde bu oyuna en yatkın iki forvetleri vardı. Nitekim ikinci gol de penaltımsı bir pozisyonun devamında Crespo’dan benzer şekilde geldi. Arjantinlinin ilk yarının sonundaki golü ise tamamen stratejinin özetiydi. Baskı yapıldı, top Kaka ile buluşturuldu, Brezilyalı milimetrik pası bıraktı ve Crespo, klasına yakışır bir şekilde topu dürttü… Hamann, kulübede şöyle düşünüyordu “Vay be, bizi bunlar yenecekse, yensinler!” Milan attığı üç gol ve yakaladığı birkaç fırsatla ilk yarıyı bitirmişti. Soyunma odasının yolunu tuttuklarında dünyanın birçok ülkesinde birçok futbolsever, Milan’ın kaç gol daha atacağını konuşuyordu. İkinci yanda Benitez, orta sahadaki Milan hâkimiyetini karmak için oyuna Hamanni alarak başladı.
Yine de Milan istediğini yapmaya devam etti. Yeni gol sinyalleri vermeye başlamıştı ki 54. dakikada sahneye Liverpool kaptanı Steven Gerrard çıktı ve birçok kez olduğu gibi takımın ateşleyen golü attı. 56’da Smicer’in golü geldi ve 60. dakikada kazanılan penaltıda Xabi Alonso, Dida’dan seken topu tamamlayarak durumu eşitledi. Altı dakikada her şey değişmişti. Milan, yine bir rehavet sorunu mu yaşıyordu? En azından Magdeburg, Deportivo ya da PSV maçlarındaki gibi bir kopuş yoktu 3-3’tensonra yine kontrolü ellerine aldılar ama golü bulamadılar. Maç uzatmalara gitti.
O gecenin jönünün Liverpool olacağının en büyük habercisi ise ek 30 dakikada geldi. Shevchenko’nun altı pastan yaptığı vuruştaki Dudek kurtarışı Milan’ın dramatik havlu atma ânıydı. Penaltılar, sadece Liverpool galibiyetinin resmiyet kazanması için atılmıştı bir bakıma.
Kupanın büyük şampiyonlarından biri geri dönmüştü. Liverpool 21 yıl sonra kupayı almış, belki de kupa tarihinin en muhteşem dönüşüne ve hikâyesine imza atmıştı. Maldini geri dönüşte Liverpool taraftarına aslan payını veriyordu. Finalden yıllar sonra, o dönem Liverpool savunmasında yer alan Jamie Carragher ile yaptığı söyleşide şunları anlatıyordu: ikinci yarıda olan şey neydi biliyor musun? Sizin taraftarlarınız Tezahüratla başladılar ve susmadılar.
Unutma, stadyum normalde iki takım için de yarı yarıya ayrılmıştı ama o gün yüzde 75’iLiverpool, yüzde 25’i Milan taraftarıydı. Bizim taraftarlarımız biletlerini Liverpool taraftarlarına satmıştı. Üç aynı mevkide oynayıp ilk golü atarak fitili yakan Gerrard da taraftardan ilham almıştı. Dudek, kaptanın devre arası konuşmasını şu sözlerle hatırlıyordu: “Duyuyor musunuz? Hâlâ bize inanıyorlar. Onlara bir şeyler verelim.” Djibril Cisse ise kariyerindeki en ilham verici kaptan konuşmasının o gün İstanbul’da yapıldığını söylüyordu: “Gerrard Benitez dahil herkesin dışarı çıkmasını istedi. Sonra bizimle konuşmaya başladı: “Liverpool çocuğu olduğunu, bu kulüpte yetiştiğini, kulübü bu şekilde aşağılanmış bir şekilde görmek istemediğini söyledi. Eğer ilk 15 dakika bir gol atarsak bu maçı kazanırız’ dedi ve ilk golü o attı.”
BAZEN İNSANLARHATIRLAMIYOR AMA SENHATIRLARSIN, ÇÜNKÜORADAYDIN, ÇILGIN BİRALTI DAKİKAYDI
Maçın şokunu üzerinden üç ay atamadığını söyleyen Maldini, Carragher’a şunları söylüyordu: “Bazen insanlar hatırlamıyor ama sen hatırlarsın, çünkü oradaydın. Sadece çılgın bir altı dakikaydı.” Shevchenko, o altı dakikada geçici bir bilinç kaybı yaşadıklarını söylüyor ve bugün bile Dudek in o topu nasıl kurtardığını anlayamadığını belirtiyor. Dida, Nesta ya da Seedorf da bu yıkıma anlam veremeyenlerden. Pirlo ise otobiyografisinde durumu şöyle özetliyor: “Uykusuzluk, öfke, depresyon, hiçlik duygusu. Birden çok semptomu olan yeni bir hastalık icat ettik:
İstanbul sendromu.
“Milan, iki sene sonra Liverpool’u yenerek Şampiyonlar Ligi’ni kazandı. Fakat Maldini’nin de belirttiği gibi kimse 2005 i unutmadı. Tam yirmi yıl sonra Kupa 1’de finale çıkan ve mucizevi bir altı dakikayla kupaya uzanan Liverpool’un o gece ne kadar zor bir şeyi başardığını Maradona’nın maçtan sonraki yorumu anlatıyordu: 1970’te Dünya Kupasını kazanan Brezilya bile 3-0 öne geçmiş Milan’a karşı geri dönemezdi. İngilizler, mucizenin gerçekten var olduğunu kanıtladı.”