Eski sevgi, barış, adalet, aydınlık, özgürlük ve huzur Türkiye’sine hasret kaldık bugünkü hâlimizi düşününce “Ne günlere kaldık” diye sorar olduk.
Son iki senedir doğaüstü şeyler yaşıyoruz. Geçen yılın hemen başlarında gelen deprem ve çığ felâketleri, Kobe Bryant ve kızının ölümüne neden olan trajik helikopter kazası, üç gencecik kadına mezar olan uçak, İzmir’de yaşanan deprem kâbusu, daha geçtiğimiz ay hektarlarca ormanımızı kül eden yangınlar, Karadeniz’i mahveden sel faciası…Ve tâbi bir yılı aşkın zamandır başımıza musallat olan koronavirüs. Elbette bütün bunlardan çok daha uzun süredir başımızda duran, çözülmeye çözülmeye kördüğüme dönen sorunlar, daha da dibine gömüldüğümüz “pislikler” de cabası. Gerçekten bütün bunları düşününce, “ne günlere kaldık” diye içinden geçirmeden edemiyor insan.
İçinde bulunduğumuz çağın sayısız sorunu var. Özellikle şu son zamanlarda dünya sevgisizliğin, merhametsizliğin, eşitsizliğin, vefasızlığın, düşüncesizliğin, sahteliğin, yalancılığın, saygısızlığın, şiddetin, korkunun, esaretin, umutsuzluğun, sözde muhafazakârlığın ve bir dolu çirkinliğin, griliğin hatta karanlığın kol gezdiği bir “karanlık ruhlar pavyonu”na dönüştü sanırım. Senelerdir üzerimize çöken karanlık bizi o kadar esir aldı ki aydınlık neydi unuttuk bile denebilir sanıyorum ki bunu şimdilerde çok daha iyi anlıyoruz.
Koronavirüs ortaya çıktığından beri insanlar derin düşüncelere gömüldü bunlardan biri de içinde bulunduğumuz ülkenin, dünyanın ve hatta çağın ne denli kötü, karanlık ve çirkin olduğu şüphesiz. Bu lanet virüs hızla yayılıp insanları eve kapayınca, bulaşlar, vakalar, vefatlar art arda saatli bomba misali patlayınca herkesin ruhu karanlığa gömüldü hâliyle de sıkıntı, üzüntü ve hatta öfke bir karabulut gibi üstümüze çöktü. Virüsü kapan insanlara, hayatını kaybeden canlara üzüldük, aylarca evlerimize kapandık dışarı çıkamaz sevdiklerimize sarılamaz olduk bu daha da yıpratıcı oldu hepimiz için. Ülkemizin durumu da senelerdir ortada olup da üzerine bir de bu eklenince çaresiz eski güzel günlerimize sığındık.
Virüssüz, maskesiz, mesafesiz, özgür zamanlarımızı, eski saf, neşeli, aydınlık ve güzel günlerimizi deli gibi özledik. Sokaklarda korkusuzca dolaşmayı, sevdiklerimizle iç içe olup anılar biriktirmeyi, rahatça nefes alabilmeyi, hayallerimizi bazı sınırlar olmadan gerçekleştirebilmeyi çok özledik.
Çocukluğumuzun gençliğimizin tatlı anlarını, sevinç dolu, bol kahkahalı umudun sel gibi taştığı, kendimizde her şeyi başaracak gücün olduğunu düşündüğümüz, bazı şeylerden habersiz olduğumuz masum, saf dönemlerimizi…
Yeşilçam’ın unutulmaz başyapıtlarındaki naif dünyayı onları izleyip kâh keyiflendiğimiz kâh hüzünlendiğimiz ama sonunda huzur dolduğumuz akşamları…
Hak edenlerin gerçekten hak ettiği değeri gördüğü, sanatın sporun gerçekten kaliteli ve kendi olduğu zamanında büyük keyifle izlediğimiz spor karşılaşmalarını, güzel eski dizileri, filmleri ve şarkıları… “GERÇEK” sanatçı ve sporcuların özgürce var olabildiği yılları…
Her ne olursa olsun her koşulda bütünleşebildiğimiz zamanları çok özledik.
Eski sevgi, barış, adalet, aydınlık, özgürlük ve huzur TÜRKİYE’sine hasret kaldık yeniden yeniden. O zamanları hatırlayıp sonra da bugünkü hâlimizi düşününce “NE GÜNLERE KALDIK” diye sorar olduk bir kez daha. Bu çağın karanlığına, kirliliğine ve çirkinliğine isyan ettik.
Bazı insanların vefasızlığına, sevgisizliğine, düşüncesizliğine, kara vicdanlılığına, merhametsiz, adaletsiz, baskıcı ve düşüncesiz oluşuna. Kendi çıkarları uğruna masum insanları ezip geçişine kendi gibi olanları kayırıp diğerlerini ötekileştirişine, yaşam enerjisini sömürüşüne, haklarını elinden alışına, onları düşünmeden yok sayışına ve hatta ona kıyışına sayıp sövdük. Aynı şeyin bizim de başımıza gelmesi ihtimâlinin korkusuyla çevrildik tekrar tekrar. Bu düzeni kuranlara, bu düzene arka çıkanlara, ona körü körüne inanıp onu savunanlara isyanımızı haykırdık bir kez daha.
Bunların sonunda aklımıza yine eski güzel günlerimiz geldi ve… Hüzün ve özlem dolduk. Ne diyeyim bizi bu hâle düşürenler utansın. Amma velâkin gün gelir devran döner diye boşuna dememişler bu düzenin de ömrü bir yere kadar. Bu karanlık elbet bir gün bitecek ve aydınlığa çıkacağız tâbi o günler gelirse ve bizim o günlere ömrümüz yetebilirse.