Gelişmiş ve az gelişmiş ülkeler olduğu gibi, ülkelerin kendi içinde göreli olarak, bölgesel kalkınma arasındaki farklılıklar ve gelir dağılımı bulunmakta.
Sosyo-ekonomik gelişmişlik düzeyi bakımından gelişmiş ve az gelişmiş ülkeler olduğu gibi, ülkelerin kendi içinde de göreli olarak gelişmiş ve az gelişmiş bölgeleri bulunmaktadır.
Ülke içindeki bu gelişmişlik farkları pek çok sosyal ve ekonomik sorunlara neden olmakta ve bu nedenle ülke genelinde sosyo-ekonomik bütünleşmeyi sağlamak amacıyla, bölgeler arasındaki farklılıkları azaltmaya yönelik büyük uğraşlar verilmektedir. Örneğin, bölgesel kalkınma arasındaki farklılıklar, Türkiye’nin en önemli sorunlarından biri olup, bu sorun hem gelecekteki iktisadi gelişme için bir darboğaz oluşturmakta, hem de sosyal sorunlara kaynaklık etmektedir.
Ekonomik anlamda gelişme içerisindeki bir ülkede çoğu zaman gelişme ülkenin tüm yörelerinde aynı anda başlayamamakta ve gelişmenin giderek belli merkezlerde yoğunlaşması, bölgeler arasında gelişmişlik farklarını kaçınılmaz hale getirmektedir. Ülkemizde de az gelişmiş bölgelerin temel özelliklerine baktığımızda; Faktörlerin verimliliği zayıflığı ve faktör dağılımı bozukluğu, altyapı yatırımları yetersizliği, doğal çevrenin gelişmeye imkan vermemesi, bölgesel gelir dağılımının düzensiz olması, artan nüfusun dışarıya göçleri hızlandırması, ekonomik yapının tarıma dayalı olması, halkın büyük çoğunluğunun tarımsal kesimde çalışmasına rağmen, bu kesimin yarattığı katma değer artış hızının oldukça küçük ve kimi zamanda eksi bir durum göstermesi gibi nedenler olduğunu görmekteyiz.
Bunlarla birlikte, bölgesel kalkınma arasındaki farklılıklar gerek gelişmiş gerekse de az gelişmiş ülkelerde niteliklerine göre üç ayrı grupta incelenebilir. Birincisi, doğal ya da coğrafi dengesizliklerdir. Bu tür dengesizlikler doğal kaynakların bazı bölgelerin lehine bazılarının ise aleyhine sonuçlar doğuracak biçimde ortaya çıkmasından oluşur. İkincisi, iktisadi ve fonksiyonel dengesizliklerdir. Bu anlamda dengesizlikler bulunan ülkelerde aynı üretim faktörleri, pazar farkından dolayı farklı bölgelerde değişik kazançlar elde ederler.
Diğer yandan işgücünün tarım sektöründen, sanayi sektörüne aktarılması halinde de kazançlarda farklılıklar ortaya çıkabilir. Üçüncü dengesizlik, sosyal ve kültürel dengesizliktir. İnsanların davranışları ve değer yargıları arasındaki farklılıkları da kapsayan bu tür dengesizlik, eğitim düzeyine bağlı olarak meydana gelmektedir. Mesela kültürlü kimselerin sosyal mevkileri, değer yargıları, davranış ve giyinişleri diğerlerinden ayrılmaktadır. Üçüncü tür dengesizliklere örnek olarak metropoliten şehirlerdeki gecekondu bölgeleri ve kenar semtleridir.
Bunlardan başka, Türkiye’de bölgelerarası eşitsizliğin durumunu ortaya çıkaran göstergeler ise şunlardır: Kişi başına banka mevduat oranları, öğrenci-öğretmen oranları, ortaöğretimde okullaşma oranları, hekim başına düşen nüfus miktarları, kişi başına elektrik tüketimi, kırsal yerleşimlerde asfalt karayolu oranları, kişi başına düşen katma değer miktarları, insani gelişmişlik endeksi, kişi başına düşen gayri safi milli hasıla miktarları, tarım, sanayi ve hizmet sektörlerindeki istihdam oranları.
Sorunları çözmek amacıyla, ülkemizde 1960’lardan bu yana kalkınma planları hazırlanmak ve DPT tarafından illerimizin sosyo-ekonomik gelişmişlik endeks çalışmaları yapılmaktadır. Diğer yandan söz konusu dengesizlikleri azaltmak kapsamında birçok program ve projeler de uygulanmıştır.
Getirilen öneriler ise; azgelişmiş bölgelerin mevcut potansiyel ve kapasitelerini destekleyecek politikaların oluşturulması, tüm bölgelerin çekicilikleri artıracak özelliklerinin belirlenmesi ve bu bölgelerin çekiciliklerinin artırılmasına yönelik politikaların saptanması, bölgelerin kapasitelerinin geliştirilmesinde darboğaz oluşturan konuların üstesinden gelinmesine yönelik önlemlerin tanımlanması, bölgesel gelişmeye yönelik kurumsal yapının, karar verme süreçlerinin ve bu düzlemdeki planlama çalışmalarının konumlanması ve içeriğinin geliştirilmesi şeklindedir.
Son olarak, sanayileşmenin dengesiz dağılımının çeşitli sosyal ve ekonomik sancılara sebep olduğu; tarım, sanayi ve hizmet sektörlerindeki uygulamaların birbirinden bağımsız karar mekanizmaları (merkezi idare veya yerel yönetimler) tarafından yapılması sonucu, sektörler arası uyum yerine sektörler arası gereksiz bir çatışmaya yol açtığı bilinen bir gerçektir. Altmış yıla yakın bir geçmişi olan bölgesel planlama deneyimlerinin; bölgelerde var olan paydaşların istekleri doğrultusunda yani halktan (tabandan) başlayan bir politika değil de, bürokratlardan (tavandan) başlayıp tabana sunulan bir politika olduğu malumdur. Böylece bu politikalar bölgelerin potansiyellerine has ve bölgelere özgü bir kalkınma stratejisi sunmaktan ziyade, genel anlamda ülkenin her tarafında uygulanmak istenen genel perspektifli politikalar olmuştur.
Bunun yerine, kırsal alandaki tüm paydaşların kalkınma sürecine katılımını sağlayacak bir yöntem izlenmesi gerekir. Böylece, bölgenin asıl ihtiyacı olan sektörlere göre bir büyüme ile kalkınma potansiyeline uygun yapılanma olacaktır. Sonucunda da başta istihdam ve gelir dağılımı olmak üzere ekonomik ve sosyal göstergelerin iyileşmesi daha kolay sağlanacak ve bölgesel kalkınmadan elde edilen olumlu etkilerin ülkenin geneline yayılması sözkonusu olabilecektir.