Öncelikle şunu belirtmeliyim ki oyun mentalitesi ve felsefesi anlamında, teknolojiyi kullanmak ve bunu sahaya yansıtmak anlamında Türkiye’de ki en beğendiğim hocalardan bir tanesidir Abdullah Avcı…
Önce Başakşehir’de sonra da Trabzonspor‘da oynattığı oyun, ayağa pas yaparak dikine oyun sistemi çalıştırılması ve geliştirilmesi zor, bir o kadar da meşakkatli bir iştir. Ama Abdullah hoca bunu sanki çocuk oyuncağıymış gibi yapıyor… Bu yüzden kendisini bir kez daha kutluyorum…
Ama bir sorun var…Abdullah hoca hep belli bir yaşın üstündeki oyuncularla oynamayı tercih ediyor. Bu oyun sistemini tecrübeli bir ekibe uygulatmak belki bir bakıma daha kolay olabilir ama böyle bir oyun sistemini geliştirmek ve uygulamak konusundaki çabayı aynı zamanda genç oyuncu geliştirmek üzerine de harcasa belki de daha güzel bir oyun ve çok daha iyi takımlar izletebilir bizlere…
Örneğin; Başakşehir‘de Epueranu, Robinho, Gökhan İnler, Adebayor, Demba Ba, Caicara gibi belli bir yaşın üzerine gelmiş oyuncularla oynardı… O zaman da demiştim Altınordu’dan alıp 15 Milyona satılan Cengiz gibi bir örnek varken, halen yaşça büyük ve futbolunun sonuna gelmiş oyuncularla oynanması uzun vadede Başakşehir’i sıkıntıya sokabilir diye…
Nitekim de öyle oldu… Okan Buruk yönetiminde de olsa tarihlerinde ilk defa kazanılan şampiyonluk ve Şampiyonlar Ligine katılım hakkı, sonrası yoğun bir sezon başlangıcı ve bu tarz oyuncuların sadece ” Biz Daha Ölmedik” mantığıyla şampiyonlar ligine odaklanması, tabiri caizse lige konsantre olmamaları az daha küme düşmelerine neden oluyordu…
Çünkü UEFA Avrupa Ligi’nde bile sıradan ama Avrupa’da söz sahibi takımların ortalama 110 Km koştuğu bir futbol ikliminde, bu tarz oyuncuları bu kadar koşturmak mümkün değildi. Limitlerini zorlamak da belli bir yaşın üstündeki oyuncuları kondisyonel ve mental olarak yorgunluğa itti.
Şimdi aynı Abdullah Avcı aynı sistemi Trabzonspor’da uygulamaya koydu…
Geçen sene elindeki normal üstü takımı mükemmele yaklaştırmış, herkese bu sene için umut olmuştu. Özellikle Trabzonspor camiası yıllar sonra özlenen şampiyonluğun geleceğine inanmışlardı…
Hele de Yusuf gibi Avrupa’ya giden oyuncu, Abdülkadirler, Uğurcan, ortalama performans olsa da Serkan Asan, Gençlerbirliği’nden gelen Berat gibi gençler camiaya umut olmuştu…
Ama o da ne!!! Abdullah Avcı yine ”Avcı”lığını yapmış, genç ceylanlar dururken gözünü yaşlı yorgun ihtiyar geyiklere dikmişti (buradaki ceylan ve geyik tabirleri teşbih unsurlarıdır. Hakaret ya da kötü söz olarak algılanmasın lütfen…)
Öyle değil mi ki , yapılan transferlere baktığınızda Bruno Peres (31), Marek Hamsik (34), Gervinho (34), Fode Koita (31), İsmail Köybaşı (32) gibi oyuncuların hepsinin yaşı ortadadır.
Trabzonspor yönetimi dikkat etmeli !!!
Olası bir başarısızlıkta hocayı göndermek kolaydır belki ama ortalama 2-3 sezon için anlaşılan bu oyuncuları elden çıkarmak istemek o kadar kolay olmayacaktır…
GALATASARAY ve GENÇLEŞTİRME…
Trabzonspor’un tam aksine, yıllardır hem UEFA’nın FFP kurallarından, hem de borç yükünün ağırlığından dolayı sürekli kiralık ve sözde bonservissiz-bedava denilen yaşı büyük oyunculara yönelen Galatasaray, FFP’nin bitmesinin de verdiği rahatlık ve son yıllardaki ortaya çıkan sıkıntıların verdiği tecrübeyle daha genç ve dinamik bir takım kurmaya karar verdi…
Hali hazırda kadroda bulunan Marcao (25), Taylan (26), Kerem Aktürkoğlu (23), Mohammed (24) gibi oyuncuların yanlarına Sacha Boey(20), Berkan Kutlu (23), Cicaldau (24), Barış Alper (21) gibi oyuncular transfer edildi ve gençlik operasyonu sürmeye devam edecek gibi görünüyor…
Geçen hafta da dediğim gibi bu oyuncular şampiyonluk getirir mi bilemem, Avrupa’da başarı gelir mi bilemem, ama bildiğim bir şey var ki bu tarz kendini ispat etmeye çalışan oyuncular terleriyle ıslatır o formayı. Gösterdikleri performans ile transfer yapabilir ve kulübe para kazandırabilirler…
Bir Galatasaraylı olarak şampiyonluk gibi beklentim hiç yok benim, çok umrumda olmadı da… Çünkü şampiyon yapsın diye getirdiklerimizin bir çoğunun nasıl kovalanırcasına kulüpten gönderildikleri, maaşları yüksek diye gitmek istemeyenlerin de ne denli sıkıntı çıkardıkları herkesin malumu…
O yüzden yüzümde bir tebessüm ve mutluluk, yaslandım arkama, ligin ilk maçıyla birlikte alıcam elime çayımı ve bu genç jenerasyonun sahada ki mücadelesini seyredeceğim…
Şampiyonluk uğruna tribünde oturan ve ne zaman geleceği belli olmayan Falcao’yu beklemektense, bu çocuklarla 3. ya da 4. olmak bile beni mutlu eder…
Çünkü bilirim ki sahada forma için, arma için, taraftar için, en önemlisi kendisini geliştirmek ve göstermek için canını dişine takan, canla başla mücadele eden çocuklarımız var artık bizim…
BİR ELEŞTİRİYE CEVABEN :)
Geçen hafta yazdığım yazıya eleştiri olarak, belki kendince haklı ama biraz sonra söyleyeceklerimi düşündüğünde bana hak vereceğinden şüphem olmayacak bir arkadaşımın yazısını okudum…
Öncelikle teşekkür ediyorum. Çünkü eleştirilmek; takip edildiğinizi, fikirlerinizin birilerinin düşüncelerin de olumlu ya da olumsuz yer bulduğunu belli eder.
Ayrıca arkadaşımıza da söylediğim gibi, her eleştiri bir farklı düşünceyi ortaya çıkarır.
”Odunlaştırılıyoruz Tutuşturulmak İçin” diye yazmış Samet arkadaşımız…
Yani işe sadece parasal yönden bakmak, futbolu bir endüstri gibi görmek aslında futbolun oyun ruhuna ve özerkliğine gölge düşürebilir demek istemiş. Belki kendince haklıdır ama o da herkes gibi sistemin yıllardır getirdiği tekdüze mantık anlayışıyla ve alışılmış sistemin getirdiği gündelik mutluluklarla futbolu sevdiği için, farklı düşünceler ve agresif bakış açıları süregelen yaşantıya ters gelebilir. Sözüm eleştirmek değil sadece empati yapmak… Onu da anlıyorum. Çünkü farklı düşünmeye başlayana kadar ben de öyleydim… :)
Oysa ki bugün ben, gündelik soyutluklar üzerine değil, tam tersine görülebilir somutluk üzerine kuram yapıyorum. Hatta bu kuramımı destekleyecek açıklama da, arkadaşımın ve benim de taraftarı olduğu Galatasaray’ın efsane Teknik Direktörü Fatih Terim’den geldi…
Ne dedi hoca: Haaland bizim elimizden kaçtı dedi… ”O gün limitimiz olsaydı, 8-9 milyona transferi bitirme noktasına gelecektik. Juventus, City, ManU hepsi orada. Şu an Avrupa’nın en önemli oyuncusu.”
Evet işte o gün 8-9 milyonun olmadığı için bugün gözlerinin pasını silecek oyuncuyu anca TV’den izliyoruz.
Oyuncu 150 Milyona transfer olacakken, biz transferlere 6 mı versek 7 mi versek gibi ince hesaplar peşinde koşuyoruz…
İşte güzel kardeşim, senin içindeki bu güzel futbol ruhunu okşayacak Haaland gibi oyuncuları, gençken Diyarbakıra önerilen, Gremio zamanında sadece 3 milyon dolara Galatasaray’a önerilen ama para yok diye (ya da genç diye ) alınmayan Ronaldinho gibi ”Yıldız” ancak uzaktan el sallarız.
Futbolu bıraktıkları zamanlarda da ”Yıldız Kaydı” deyip, belki bir dilek tutarız… :)
İsyanım sadece buna mı??? Tabi ki hayır…
Galatasaray’ın mottosu ”Türk Olmayan Takımları Yenmek” değil mi?
Biz bundan en fazla 20 sene öncesine kadar Madridleri, Milanları, Barçaları, İngilizleri, İtalyanları, Fransızları yenerken, bugün ön eleme bile geçemememizin sebebi finansal bozukluk değil mi?
Sneijder, Drogba zamanında bile Real’e karşı ”Beş! Beş!” diye tempo tutarken, sonrasında gelen Real’den Paris’ten 6’şar gol yemek, hadi onlar büyük takım deyip sineye çekelim derken; daha dün İstanbul kadar olmayan Hollanda’nın PSV’sine iki maçta da yenilip toplamda 7 gol yemek hiç mi içinizi acıtmıyor…
İsyan ediyorum kardeşim. PSV gibi bir takımdan 5 yemeye, Beşiktaşın PAOK gibi bir takıma elenmesine isyan ediyorum…
Bu mudur futbol ruhu… Bu mudur bizim Avrupa’ya kafa tutma mottomuz…
Beğenilmeyen, Türkiye’de başarısı yok denen Altınordu’nun tesisleri, sistemi herkesin dilindeyken; U14 – U15 gibi altyapı yaş gruplarında bile en az 2’şer hoca varken; oyuncu performans antrenörler ve kontrolleri, diyetisyenleri, hatta hatta il dışından gelen çocuklar için kulüple ve antrenman saatleriyle koordineli anlaşmalı olduğu eğitim gördükleri okullar bile mevcutken; bizim bırak altyapıyı, Avrupa’da oynayan A takımımızın hem stadının hem de antrenman sahasının zemininin bile sorunlu olması ve buna bile çözüm bulunamaması mıdır ruhumu okşayacak, bana zevk verecek olan şey…
Kimse kusura bakmasın. Ben bu ateşi buradan yaktım… Siz isterseniz kabul etmeyin ama ben odun olmaya da, bu ateşi tutuşturmaya da ant içtim…
Bu futbol düzeni değişecek… Bu sistem değişecek… Bu ezilmişlik, bu öğrenilmiş çaresizlik son bulacak…
Belki olmayacak, belki kimse ilgillenmeyecek ama ateşte yanan Hz. İbrahim’e su taşıyan karınca misalı ;
”En azından yönümüz belli olsun”