Bu hafta HaberTon’da röportaj konuğumuz bir çok önemli yapımın altına imzasını atan değerli senarist Yiğit Güralp…
Öncelikle biraz sinemadan konuşalım isterim. Salgından önce ve sonrası diye ayırt edecek olursak yine dijital platformlari da göz önünde bulunduralım. Sinema dünyası bir tribulansa girdi diyebilir miyiz?
Sinema 125 yıllık tarihinde ilk kez böyle bir dönem yaşadı. 2. Dünya savaşı bile sinemanın yükseldiği bir dönemdi. Haliyle pandemiden kaynaklı bir durma hali oldu ama bununla beraber iki temel gerçek vardı. Birincisi, Türkiye’de sinema endüstrisi pandemi öncesi de sevimsiz bir imaj edinmişti, kötü yönetiliyordu ve seyircinin nefretini kazanmıştı. Öte yandan ikincisi, dünyada hiçbir zaman biletli gösteri sona ermez, statü ve şekil değiştirir. Şu durumda pandemi bitti. Seyirci marka film dediğimiz, uzun zamandır beklediği, sinemada izlemeye değeceğine inandığı filmlere bilet ödemeyi sürdürüyor. Bu filmler çok izleniyor, yine gişe rekorları kırıyor.
Sinema biletleri, kitapla birlikte; müzik, festival, tiyatro, stand-up ya da yeme içme fiyatlarına kıyasla halen en ucuz eğlence aracı. Çizgi filmlere olan ilgi de sinemanın halen düşük gelirli insanların bir halk eğlencesi olarak statüsünü koruduğunu gösteriyor. Diğer yandan kimi salonlar da kapandı. Bu da çok doğal. Çünkü sinema bitmedi, kötü işletmecilik ve kötü filmcilik kaybetti. Sinemayı 70lerde ücretsiz televizyon bile bitirememiştir. Ücretli dijital televizyon asla bitiremez. Rekabet getirir, nitelik artar. Bakarsın sinema daha da az salonda daha da pahalı biletlerle daha butik bir mecra olur. Zaten dijital platformlar da filmlerini hem platformda hem sinemada gösterime sokmaya başladı. Çünkü kimse biletli gösteriye sonsuza dek hayır diyemez. Abonelikle çarkı döndüremezsiniz.
İlk bir milyon aboneyi döndürürsünüz. Sonra reklam da almak zorundasınız, bilet de satarsınız. Bir de şu var. İnsanlık tarihinde toplumların bir cazibe merkezinde topluca gidip bir eser ya da hadise görme alışkanlığı var. Bu binlerce yıllık genetik bir kod. Antropoloji bilmeden sinema endüstrisi konuşamazsınız. Özetle 4 yıldır dijital platform ve sinema ile ilgili konuşulanların çoğu geyik muhabbetinden başka bir şey değildi. Su aktı yolunu buldu.
Sinema filmlerinde veya TV yapımlarında hikayenin gerçekliğe yakınlığı veya tamamen kurgusal olması tartışılan bir konudur. Bir senaryonun başarısı gerçekten bu denkleme göre değişir mi? Örneğin gerçekçi bir hikayeden yola çıkılan senaryo daha sağlam kalıba oturur diyebilir miyiz?
Diyebiliriz çünkü gerçek hayat bütün mantıksızlığıyla yaşanır. Biz gerçeği sinemaya aktarırken onararak aktarmak zorundayız çünkü günlük hayatta hoş görülen şeyler filme aktarıldığında seyirci tarafından mantık hatası olarak ilgilenir. Film dediğimiz anlatı, gerçek hayata göre daha tutarlı olduğu ölçüde kabul görür. Tabi bunun tam aksi sonuç almak için bilinçli olarak bir filmi tutarsız da kurgulayabilirsiniz. Protest bir yaklaşımdır. Seyirci ulan ne saçma sapan der ama siz orada hayat da saçma sapan işte demek istiyorsunuzdur. Sonuçta günlük hayatımızın “şimdi ben bunu filmde yazsam inanmazlar” dediğimiz bir sürü tesadüf ya da absürdlükle dolu olduğunu unutmayalım.
Televizyon dizilerinin süresi sıkça tartışılan bir konu. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz? Sürenin uzunluğu kaliteyi düşüren önemli bir etken mi sizce de?
Ne güzel bir soru. Şu yönden güzel, soruyu göreceli bir konuymuş gibi soruyorsunuz. Yani “Yiğit bey kardeşim, size göre nasıl?” diyorsunuz. Sanki sorunun cevabı “ona ya da buna göre” değişecekmiş gibi. Oysa cevap hep aynıdır. Çünkü “niceliğin nitelikle ters orantılı olması” bilimsel bir hakikattir, kişiye göre değişmez.
Dünyada hangi alanda, nerede bir çokluk varsa orada nitelik düşer. Bence bunu konuşmayı bırakıp artık şu soruları sormalıyız: “Dijitalde süreler düştüğü halde neden senaryo kalitesi yükselmedi? Bizim tek sorunumuz süreler değil miydi, aynı zamanda yeteneksiz bir sektör müyüz? Yazamıyor olmanın ve bu sorunlu senaryoların temelde pek okumuyor olmakla, ya da OECD’nin verdiği okuduğunu anlamama oranlarıyla bir bağı var mı?” Ben sadece iyi senaryolar izleyeceğimiz bir sektör değil, doğru sorular sorabilen bir medya ve doğruları konuşabilen bir toplum da hayal ediyorum.
Siz çok başarılı bir senaritsiniz. Peki Yiğit Güralp kimlerin kalemini beğenir? Yerli veya yabancı beğendiniz senaristler kimler?
Sadık Şendil bizim büyük ustamız. Büyük hayranlığım ve saygım var. Osman Seden’in abartarak gerçekten kopma özelliğini severim. Sınav’ın finalinde Van Damme’ın gelmesi bendeki Osman Seden etkisidir. O da Zeki – Metin’li “Şaka Yapma” filminin final çeyreğinde yurt dışından bir suikastçi getirerek filmde hiç umulmadık absürd bir direksiyon kırar. Abarttıkça, mantıktan koptukça daha eğlenceli olan filmlere sempatiyle yaklaşmışımdır.
Şimdi gerçeklik çağındayız ve bu pek kabul görmüyor. Ben de uzak duruyorum. Yabancılardan Woody Allen, Chaplin şüphesiz çok iyi hikaye anlatıcılarıdır. İngilizlerden Rihard Curtis her ne kadar aşk filmlerinin büyük yazarı olarak tanınsa da Rowan Atkinson ve Mr. Bean gibi mizahi bir karakter de yaratmıştır. Rachida Jones, Jim Gaffigan, Stephan Mechan, Jude Apatow, Noah Baumbach, Cem Yılmaz, Ricky Gervais, Shane Black, Zemeckis ve Bob Gale gibi mizahi yönü güçlü yazarları da seviyorum. Nolan kardeşler de kurgu konusunda saygı duyduğum bir marka.
Ayla filminde kötü bir tecrübe yaşadınız. Çok büyük bir haksızlığa uğradınız ama sonunda kazanan siz oldunuz. Ben aynı zamanda bir kısa film arifesinde olan bir sinemacı adayı olarak sormak istiyorum. Bunu yaşadığınız da ne hissettiniz? İlk yaptığınız şey ne oldu?
Bu konuda süreç sona ermedi. “İmzamı taklit edilerek eser işletme alınmasına” dair açtığım bir dava daha olduğu ve onda istinaf sürecinde olduğumuz için bu konuda henüz detaylı yorumlara girmek istemiyorum. Herkese söyleyeceğim tek şey hukuktan ayrılmamasıdır. Ne demek bu? Hakkınızı hukuk yoluyla sonuna dek aramanız. Bu da hukuk bilmenizle mümkün. Sizlere tavsiyem Fikir Ve Sanat Eserleri Kanununu açıp okumanız. Hukukunu bilmediğiniz bir mesleği yapamazsınız. Türkiye’de sinemacıların çoğu daha haklarını bilmiyor. Bilseler “yönetmen sineması” diye bir kavram olmaz zaten. Yönetmen bir filmin senaryosunu yazmadıysa nasıl yönetmen sineması olabilir, böyle bir söylem her şeyden önce kanunlara aykırı. Gençler haklarını öğrensin. Çoğu bilmiyorlar.
Son olarak yeni projelerinizden bahsetmenizi isteyeceğim. Nelerin hazırlığındasınız?
2019’da kendi şirketim “Gayet Güzel Filmler”i kurdum. GGF Pictures’ın her biri orijinal ve bana ait 75 adet projesi var. Bunlar farklı türlerde sinema ve dijital platform filmleri ve mini dizilerden oluşuyor. Bunları belli bir öncelikle hayata geçirmek için çalışıyoruz. Sinema ve hayata dair üniversite ya da belli etkinliklerde davtli olarak söyleşilerim devam ediyor. İlk kitabım “İyi Hissettiren Yazılar” kasımda çıkmıştı. Arayı açmadan mart ayında ikinci kitabım “Biraz Sert”i yayınlayacağız.
Bunun dışında hayatımda iki yeni gelişme var. Birincisi maalesef birkaç hafta önce böbreklerimi kaybettiğimi öğrendim. Birkaç hafta içinde abimin donörlüğünde bir böbrek nakli ameliyatı olacağım. Bu izolasyon boyunca da şirketimdeki projeler haricinde bir sinema filmi yazmaya başladım. Bende çok ayrı bir yeri olan müzisyen bir büyüğümüzün hayat hikayesi. Biraz aile tarafından da bana güvenilip emanet edilmiş bir hikaye. O yüzden kabul ettim. Kendime ait olmayan projelerde yer almak pek adetim değil. Nadiren kabul ediyorum. Senaryo bitmeden detaylarını pek duyurmak istemiyoruz. Biraz sabır.