Yeni nesil teknik direktörler! Dünya futbolu, belirli dönemlerde geçirdiği evrimi yakın zamanda yine geçirdi.
Tıpkı 2004 Avrupa Şampiyonası sonrasında yaşadığı gibi farklı bir dönemin içerisine hızla girmiş bulunmaktayız. O dönem Yunanistan Milli Takımı’nın kazandığı şampiyonluk, bütün dünyaya şampiyon olmak için yıldız oyuncuya veyahut oyunculara bel bağlanmaması gerektiğini tüm futbol severlere gösterdi. Yakaladıkları bu başarının mimarı Yunanistan Teknik Direktörü Otto Rehhagel’in, gol atamıyorsak o zaman gol de yememeliyiz anlayışı meyvesini vermişti. Bu plan, özellikle Avrupa’nın dev kulüpleri ile mücadele etmek durumunda kalan orta ve alt sıra takımlar için kurtuluşun anahtarı niteliğindeydi. Yapılan katı savunma anlayışı yeni bir dönemin başlangıcının derin sinyallerini veriyordu.
Futbolda ki bu değişim 2006 Dünya Kupası’nı kazanan İtalya Milli Takımı içinde fazlasıyla gerçekleşmişti. Bu başarı ile bu değişim daha anlamlı ve özel kılınmaya başlamıştı şüphesiz. Elinde yetenekleri sorgulanamayacak birçok oyuncu olmasına rağmen turnuvanın öne çıkan iki ismi Zambrotta ve Grosso olmuştu. Öyle ki o dönem fırtına gibi esen ve Avrupa Altın Ayakkabı ödülünün sahibi Luca Toni, turnuvada ilk golünü çeyrek final maçında Ukrayna’ya karşı attı. Çeyrek finale kadar gol atamayan bir santrafora sahip İtalya kupanın nasıl sahibi olmuştu peki? İşte asıl soru bu. Deneyimli hoca Marcello Lippi, on bir futbolcunun her birinin önemli olduğunu herkese hatırlattı.
Futboldaki bu değişim ve dönüşüm, Jose Mourinho, Pep Guardiola, Löw ve Klopp ile gelişerek devam etti. Günümüzde bu isimlerin yanı sıra Tuchel ve Hans-Dieter Flick öne çıkan diğer iki isim.
DOĞRU PLANLAMA VE DOĞRU YATIRIM
Günümüzde ise geçmişten alınan dersler neticesinde daha cüretkâr bir anlayış inşa etmeye çalışan teknik direktörler görüyoruz. Elbette bu her zaman başarıyla sonuçlanmasa da futbolun, devasa ekonomik kazançları ve profesyonellik anlayışındaki değişim nedeniyle hepsine deneyim olarak geri dönüyor. Dünyanın önde gelen liglerinde en çokta Avrupa futbolunda daha düne kadar maçlarını takip ettiğimiz ve bazılarının oyunculuklarına hayran kaldığımız birçok futbol dehasını, önemli kulüplerin başında görmeye başladık.
Düşünmeden tek seferde sayabileceğimiz bazı isimler: Pirlo, Gerrard, Solskjaer, Lampard, Gattuso… Bu isimler ve daha niceleri dünya futboluna çağ atlatmak isteyen ve değişen dünyada futbolun da güncellenmesi gerektiğini yeni metotlar ile sergileyen yeni jenerasyon teknik direktörler olarak adlandırılıyor. Hatta öyle ki kurumsal yapılanması ve planlı futbol organizasyonuyla tüm kulüplerin imrenerek baktığı Alman devi Bayern Münih, geçtiğimiz günlerde 2021/22 sezonu için takımın başına Leipzig teknik direktörü Julian Negelsmann’ın getirildiğini açıkladı. 33 yaşındaki teknik direktör, bir futbolcuya ödenen bonservis ücretiyle eşdeğer bir rakama, 25 milyon Euro’ya Bavyera ekibinin başına getirildi.
Ödenen bu ücret dünya futbolunda büyük ses getirdi şüphesiz. Futbolun değişen düzenine ve yeni yapılanmasına hızlıca adapte olmak için göze alınan bir bedel olduğu çoğu kişi tarafından kabul görmüştü.
TÜRKİYE BAKIŞI
Tabii Avrupa futbolunda yaşanan bu değişim ülkemizde de kendini şaşırtıcı bir şekilde göstermeye başladı. Genelde bu tarz gelişmeler ülkemize geç gelir ve tam adapte olunamazdı. 21 takımın mücadele ettiği Süper Lig’de 9 takımı 50 yaş altı hocalar çalıştırıyor. Bu bile büyük bir fark ve gelişim süreci oldu bizler için. Hatta 2019/20 sezonu şampiyonu Başakşehir’in o dönem hocası 47 yaşındaki Okan Buruk’tu. Okan Buruk’un o dönem oynattığı futbol ve elde ettiği başarı tüm kamuoyu tarafından takdirle karşılandı. Eski bir zihniyet yoktu ortada yeni metotlar dünya futbolunu yakından takip ve bilim ve tekniğin birleşimi. Bu sezona iyi bir başlangıç yapamayıp ligin ortasında karşılıklı anlaşarak Başakşehir’den ayrılsa da Şampiyonlar Ligi maçlarında ortaya koyduğu oyun ve almış olduğu puanlarla gelecek adına ülke ve belki de dünya futboluna katacağı şeylerin sinyallerini verdi.
2020-2021 sezonunu diğer bir 50 yaş altı hoca olan Sergen Yalçın’ın Beşiktaş’ı şampiyon olarak tamamladı. Dar ve kısıtlı imkanlar dahilinde rotasyon sıkıntısı çeken kadroyla oynattığı bu güzel futbol ile çifte kupa alan Sergen Yalçın ve öğrencileri dikkatleri üzerlerine çekmeyi başardılar.
ÇİZİLMİŞ HÜCUM PLANI VE OYUN KİMLİĞİ
Bu yeni jenerasyon hocaların verdiği demeçler de bile bir farklılık var o da hakem ve başka etkenler yerine oyundan bahsederek yapmak istedikleri ve buna karşılık olarak rakiplerinin bunlara nasıl önlemler aldıklarını anlatmaya çalışıyorlar.
Yapılan analizlerin oyun plan ve kimliklerinin oluştuğu gözle görülen bir gerçek halini almış durumda.
Ortaya çıkan bu durumun temelinde ise şu yatıyor, yeni jenerasyon teknik direktörlerin daha fazla analiz ve teknolojik veriyi kullanması. Taç antrenörüne kadar bulundurmaları ve kurulu setlerle yeni hücum planları çizmeleri. Yani bir taraftan kendi oyun kalitesini arttırmak için çalışırken diğer taraftan rakiplerinin yaptıkları maçlar, toplantılarında önemli bir yer kaplıyor. Önlem alırken skoru hedefleyen ve bunu istikrarlı bir şekilde yapmaya çalışmak yeni jenerasyonun öncelikli hedefi gibi duruyor.