Saat bana yaşama tutunmanın ne kadar önemli olduğunu hatırlatır her zaman, unutmayalım ki sevdiklerimizin her zaman kıymetini bilelim.
Hava çok sıcaktı. Canım sıkılıyordu. İşsiz güçsüz oturmak, yaşamaya çalışmak zoruma gidiyordu. Ben böyle düşünürken birden acı bir fren sesi evimizin önünde durdu. Benim kafamda kurmaya başladığım hayaller de onda yok oldu. Gerçek hayatım bundan sonra başladı. Arabadan inen adam Mustafa… Mustafa… diye bana sesleniyordu. Yerimden fırladım bahçeye koştum. Gelen arkadaşım Murat’tı. Murat’ a baktım, yüzü kireç gibi bembeyazdı. Murat yüzüme baktı; soluk soluğaydı. Murat; “ne olur bana yardım et Mustafa, eşim rahatsızlandı. Gelip muayene edebilir misin ? Biliyorsun hastane çok uzakta. Hastaneye ulaşana kadar çok geç kalabilirim.”
Murat’ı biraz sakinleştirdikten sonra evde bulunan doktor çantamla evine gittik. Gerçekten de sıcak hava bunaltmış boncuk boncuk terlemişti. Bu normaldi. Ama nefes alış verişi hiç de normal değildi. Kalbi yorulmuştu. Hastanın nabzına baktım. Olması gerekenden hızlı atıyordu. Dili damağı kurumuştu. Hemen hastaneye götürülmesi gerektiğini söyledim. Gıda zehirlenmesinin başlangıcı idi. Murat’ın eşi Mualla Hanımı yatağından kaldırmak istedim, başaramadım. Kusmasını sağlamak için gerekenleri yaptım ama nafile.
Eşi bana baktı, ne yapabiliriz der gibiydi gözleri. Yanımda getirdiğim serum şişesini koluna taktım. Ne yapıp edip uyumasını engellemeliydik. Onunla sürekli konuşuyorduk. Mualla Hanım bahçeden üzüm koparmış , asmaya yeni ilaç sıkıldığı için yediği üzümlerden zehirlenmişti. Yatağından kaldırıp Murat’ın arabasına bindirdik. Serum şişesi hâlâ elindeydi. Hastaneye ulaşmamız epey zamanımızı almıştı. Köy yerinden kente ulaşmak epey yorucu oluyordu. Murat çok nazik, eşi de bir o kadar iyi kalpli kimselerdir.
Köy yerinde dört beş ailede araba vardı. Murat bunlardan birisi idi. Tarlasında çalışır , çıkan mahsulleri kente götürüp satardı. Herkesin yardımına koşmaya bayılırdı karı koca. Odun kırılacak , düğünlerde yemek yapılacak, çeyiz dizilecek… Murat ve Mualla mutlaka orada olurlardı. Hastaneye ulaşır ulaşmaz Mualla’yı acile kaldırdılar. Midesini yıkadılar. Neyse ki zehir kana karışmamıştı. Bu beni olduğu kadar Murat’ı da sevindirdi ve sevinçten ağlamaya başladı. Birbirlerini çok seviyorlardı. Acilden çıktıktan sonra dinlenmesi için iki gün hastanede yatırdılar. Mualla sürekli köyde kaldığı için hiç şehre inmemişti.
Murat bunu fırsat bildi. Hastaneden çıktıktan sonra beni de yanlarına kılavuz olarak kentte dolaşmaya başladık. Mualla köyün çocuklarına şeker, çikolata; büyükler için de birkaç parça hediye aldı. Birden bir saat dükkanın önünde durdu. Saatlere baktı. Çok şık bir saat aldı, bana doğru döndü: “Bunu eşim ve benim adıma al. Bu saati sana hediye etmek istiyorum. Yaptıklarının yanında küçük kalır. Hayatımı sana borçluyum. “Ben şaşırmıştım. Murat’a baktım. O da bunu onaylıyordu. Ben bunu kabul edemeyeceğimi söyledim. Çünkü bu benim işimdi.
Ama ısrarlarına devam edince almaya karar verdim. Teşekkür ederek koluma taktım. Akşama doğru köye doğru yol almaya başladığımızda hepimiz sevinerek gidiyorduk. Bir daha böyle şeylerin yaşanmamasını diledim. Yol boyunca Murat’ın bembeyaz kesilmiş yüzü aklıma geldiği zaman üzülür, üzüntümü dağıtmak için saate bakarım.
Saat bana yaşama tutunmanın ne kadar önemli olduğunu hatırlatır her zaman, unutmayalım ki sevdiklerimizin her zaman kıymetini bilelim.