Tarihsel süreçte güvenlik kavramı akademik anlamda Cicero ve Lucretius tarafından Pax Romana’yı tanımlamak amacıyla kullanılmıştır. Via Egnatia’dan M-4 Karayolu’na; İdlib neden önemli?
Güvenliğin elde edilmesiyle birlikte barışın sağlanması hedeflenmiştir. Ticari yolların güvenliğinin sağlanması ise uygarlıkların ilişkilerinin, kültürel etkileşimlerinin ve gelişen teknolojinin aktarılmasına olanak tanımıştır. Bu bağlamda, karşımıza Roma İmparatorluğu’nun inşa ettiği “Via Egnatia” yolu çıkmaktadır. Bu karayolunun çevresine askeri garnizonlar kurmak suretiyle güvenliği sağlanmaya çalışılmış, ticari aktiviteler güvence altına alınmış, kültürel ve siyasal etkileşimin önündeki en büyük engel olan güvensizlik ortadan kaldırılmıştır. Dolayısıyla bilinen eski dünyadan itibaren ticaret yolları önceleri uygarlıkların, sonrasında ise özellikle devletler için kontrolü ve güvenliği önemli hale gelmiştir.
İdlib’de İnsani Durum
Gözümüzü günümüze çevirdiğimizde benzer bir örnek olarak Suriye’nin İdlib şehrinde kesişen, M-4 / M-5 otoyollarını görmek mümkündür. Suriye İç Savaşı süresince bölgede hakimiyet kurmak isteyen hemen hemen her aktör bu otoyolların hakimiyeti için savaş vermiştir. Jeopolitik olarak M-4 otoyolunun konumu Halep’ten Lazkiye’ye, M-5 otoyolu ise Halep’ten Hama’ya uzanmaktadır.
3 Mayıs 2017 günü, Soçi’de Recep Tayyip Erdoğan ve Putin görüşmesinden sonra aldıkları karara göre Suriye genelinde 4 nokta çatışmasızlık bölgesi ilan edilmiştir ve bunlardan biri de İdlib’dir. Çatışmasızlık kararı alınmasındaki amaç genelde bu bölgelere insani yardımın sağlanmasıdır. Bu özelliği sayesinde ilgili bölgeler sürekli iç göç almaktadır. Savaş öncesi 165.000 civarı nüfusu olan İdlib’in nüfusu yaşanan iç göçler neticesinde ilk olarak 2.4 milyona ilerleyen süreçte ise ise 3.7 milyona kadar çıkmıştır. Günümüzde ise İdlib konulu gelişmeler ile birlikte 1 milyona yakın Suriyeli, Türkiye sınırında geçiş için beklemektedir. Yazımın devamında da bahsedeceğim gibi ilerleyen süreçte Rusya, İdlib’e yaklaştıkça bu sayının artacağı aşikardır.
Stratejik Yaklaşımlar
Soçi görüşmelerinde liderler özellikle M-4 otoyolunun güvenliğinin sağlanması konusunda anlaşmaya varmışlardı. Nitekim Barış Pınarı Operasyonu öncesinde YPG tarafından bu yol lojistik ve ticari faaliyetler amacıyla kullanılmaktaydı. Bu yönüyle Türkiye için güvensizlik yaratıyordu. Ayrıca M-4 otoyolunun, Türkiye’ye sınırı yaklaşık 40 km’dir. PKK ve YPG’nin elindeki füzelerin menzili ise 32 km’dir. Dolayısıyla sınır güvenliği açısından da M-4 otoyolunun Türkiye’nin kontrolünde olması ulusal sınırların korunması açısından önem teşkil etmektedir. Ayrıca spesifik bir bilgi olarak M-4 otoyolu Misak-ı Milli’nin güney sınırına karşılık gelmektedir.
Soçi’de alınan bir diğer karar ise Rusya’nın gerçekleştirdiği hava saldırılarının sona ermesiyle ilgilidir. Buna koşul olarak ise terör örgütleriyle, muhalif grupların birbirinden ayrıştırılması konusunda Türkiye’ye görev verilmiştir. Bugün baktığımızda ise Rusya bunun gerçekleşmediği gerekçesiyle İdlib’e yaklaşmaktadır.
Etraflıca bakıldığında ise İdlib hakimiyetinin, Esad ve Rusya açısından stratejik önemi büyüktür. İdlib’in kontrolünün ele geçirilmesi M-4’ün kontrolünün ele geçirilmesi anlamına geldiğini düşünürsek, bu otoyolun jeopolitik incelemesini yapmamız, durumu anlamamıza yardımcı olacaktır. Öncelikle Suriye içerisinde Rusya’yı ilgilendiren her türlü sevkiyat bu yol üzerinden gerçekleşmektedir.
Dolayısıyla hem Rusya hem de Şam için yoldaki sevkiyat güvenliği oldukça önemlidir. Bunun önemini kavrayabilmek için ise yolun gittiği yere bakmak bize yardımcı olacaktır. M-4’ün en batısına gittiğimizde karşımıza Lazkiye çıkmaktadır. Esad’ın kalesi olarak bilinen Lazkiye’de Rus hava saldırıları için hayati öneme sahip olan Hmeymim Hava Üssü bulunmaktadır. Rusya’nın Suriye politikası incelendiğinde Esad’ın yıkılmama sebebinin en büyük argümanı olarak gerçekleştirdiği hava saldırıları olduğu bilinmektedir. Lazkiye’nin biraz güneyine indiğimizde (100 km) ise karşımıza Tartus Liman’ı çıkmaktadır. Bu liman Rusya’nın tarihsel geçmişte sıcak denizlere inme hayalinin somutlaşmış halidir. Akdeniz’e açılan kapısı konumundadır. Bu durumun yanı sıra Rusya, Suriye savaşı boyunca Lazkiye ve Tartus Limanlarına gönderdiği savaş gemileriyle de karşı aktörlere göz dağı vermeyi ihmal etmemiştir.
Kişisel Değerlendirmelerim ;
Esad, Suriye krizi başladıktan sonra ilk yurtdışı ziyaretini Putin ile gerçekleştirdi. Bu görüşmede Putin, Esad’a “ben başkan olduğum sürece sende başkansın” dediği bilinir. Dolayısıyla Putin’in krizin herhangi bir aşamasında Esad’dan desteğini çekmesi hem kendi çıkarları hem de konjonktürel olarak mümkün görünmüyor.
Putin’in Suriye geneli açısından yumuşak karnı ise bölgedeki terör örgütlerinin çeşitliliği ile birlikte terör örgütü üyelerinin Kafkasya’dan gelen Müslümanlardan oluşması. Bu kişilerin savaştan sonra geri döneceğini düşünmesiyle birlikte açıklamalarında ilgili kesimin “Rusya topraklarına geri dönmeden” Suriye’de savaşarak alt edilmeleri gerektiğini vurguladığı da bilinenler arasında. İdlib genelinde ise tahmini olarak çeşitli terör örgütü fraksiyonları halinde 60.000-65.000 civarında militan olduğu biliniyor.
Diğer yandan İdlib, muhaliflerin elinde kalan son il. Dolayısıyla Esad rejimi ve Rusya bu bölgeyi ele geçirdiğinde aslında Suriye savaşını fiili olarak kazanmış sayılacaklar.
Durum Türkiye açısından incelenecek olursa son zamanlardaki gelişmeler pek iç açıcı görünmüyor. Özellikle İdlib’de bulunan yoğun sivil nüfusu, Türkiye açısından yeni bir göç dalgasının habercisi. Rusya’nın iç savaş boyunca uyguladığı sivil seyreltme politikasını İdlib ve çevresinde uygulamasıyla birlikte oluşturulan korku sayesinde halihazırda binlerce Suriyeli, Türkiye sınırına gelmiş durumda. Konuya ilişkin değinmek istediğim bir başka nokta ise Rusya ile Avrupa Birliği arasında süregelen Ukrayna krizi. Bu krizde gelinen son durum karşılıklı yaptırımlarla sonuçlanmıştı. Yaşanan bu olaylar sonrasında ise Rusya’nın göç tehdidi üzerinden bir göz dağı verdiği çıkarımı yapılabilir.
Geçtiğimiz haftalarda Suriye’den gelen şehit haberleriyle birlikte 3 generalin istifa haberi medyaya yansıdı. Operasyonlardan sorumlu 3 generalin istifası bölgede üst düzey problemlerin olduğunun açık bir göstergesidir.
İdlib artık yalnızca Türkiye’nin katkılarıyla muhaliflerin elinde kalabilecek bir bölge değil. Son günlerde bölgeye Kafr Lusin kapısından asker ve mühimmat takviyesi yapıyoruz. Rus medyasına yansıyan bir haberlere göre ise önümüzdeki süreçte Kafr Lusin kapısının rejim güçleri tarafından ele geçirilme olasılığı bulunmakta.
Türk askeri, muhalifler, terör örgütleri ve yaklaşık 4 milyona yakın Suriyeli sivil İdlib sınırlarında Rusya ve rejimin olası hamlesini bekliyor. Öyle ki aylar öncesinde dahi Astana ile kararlaştırılan 12 gözlem noktasının bir kısmı rejim kontrolüne geçen bölgelerde kaldı. Kimi uzmanlar derhal Esad ile masaya oturulması gerektiği konusunda öneri mahiyetinde uyarılarını sıklaştırdılar.
Son vadede Erdoğan, Türk Evi açılış törenleri ve BM Genel Kurul’u için bulunduğu ABD’de 4 gün kaldı. Bazı görüşmeler gerçekleştirdi. Ancak Biden ile görüşme gerçekleşmedi. Erdoğan, ABD dönüşü yaptığı açıklamalarda ise ABD’nin PKK/PYD gibi terör örgütlerine açıkça mühimmat yardımı yaptığının üzerinde durarak artık göz yummayacağını ve göçmen hareketliliğinin ABD’nin suçu olduğunu vurguladı. Bu durumu 29 Eylül’de gerçekleşmesi planlanan Erdoğan-Putin görüşmesi öncesi önemli bir gelişme olarak görüyorum.
Her şey bir yana Rusya, İdlib’e yaklaştıkça Türkiye açısından hemen her yönden risk artıyor. Putin, Erdoğan ile görüşmeye eli kuvvetli gidiyor. Görüşme sonrasında olacakların ilerleyen dönemde uluslararası düzeyde çok ses getireceğini düşünüyorum.