Türkiye’de devlet, toplum tarafından benimsenmiştir. Çeşitli politikalar eleştirilir, partilerin düşünceleri farklılaşır ama temelde bir devlet vardır.
Ve bu devlete toplum tarafından dahi bir eleştiri getirilemez. Türk toplumu devletin varlığını hiçbir zaman sorgulamaz. Hatta önemli bir etkendir bu. “Ya devlet başa ya kuzgun leşe” atasözü de tam olarak bunu anlatmaktadır aslında. Bunun yanı sıra devletin varlığının öneminin şu örnekte de anlatabiliriz.
1961 Anayasası, Türkiye’nin en demokratik anayasası olarak anılır. Hatta bazı kişiler tarafından çok fazla özgürlük tanıdığı için de eleştirilir. Zaten bunun üstüne, 1971-73 yılları arasında Anayasa değişiklikleri yapılmış ve temel hak ve özgürlüklere ilişkin genel sınırlama maddesi getirilmiştir. 1961 Anayasasının aksine 1982 Anayasası daha katı bir anayasadır. Ve sağladığı özgürlükler kısıtlıdır. Fakat 1961 Anayasası yüzde 61.7 oy ile kabul edilirken 1982 Anayasası yüzde 91.37 oy ile kabul edilmiştir. Bunu devletin varlığının önemi ile nasıl ilişkilendirebiliriz?
Şöyle ki bir toplum, özgürlükler açısından daha kısıtlı bir anayasayı, daha özgürlükçü anayasaya tercih etmiştir. Aslında bunun sebebi anayasanın sunduğu imkanlar değildir. O dönemde Türk toplumunun ortalama kaçı anayasa maddelerini inceliyordur ki! Bu kısımda önemli olan bir devletin varlığı ile ilgilidir. Burada önemli olan Anayasayı kimin sunduğu ya da ne vadettiği değildir. Siyasi belirsizliğin ortadan kalkması, bir devlet varlığının yerleşik olmasıdır. Peki devletin varlığını bu kadar önemseyen bir toplum, devletin uyguladığı kuralları bu kadar içselleştiriyor mudur?
Aslında bugün üstünde duracağım nokta, Türkiye’de devlet bir hegemonya kurabilmiş midir ya da toplum devlet kurallarını ne kadar içselleştirebilmiştir? Türkiye’de devlet, toplumu dışarıdan yönetir. Yani çok derine inmez. Devlet, yukarıdan bir güç sağlar. Halkın iç işlerinde ne yaptığıyla çok ilgilenmez. Buna şu şekilde örnek verebiliriz. Ciddi bir oranda kaçak elektriğin varlığı, kaçak binaların yaygın olması vb. Türkiye’de yaklaşık 12 milyon konut kaçak ve ruhsatsız şekilde yapılmıştır. Devleti bu kadar benimseyen bir toplum nasıl olur da devlet kurallarını içselleştiremez?
Bu sadece toplumla da alakalı değildir. Zamanla devlette bunu kabul etmiştir aslında. Örneğin, 1980 sonrası 17 imar affı çıkartılmıştır. Devlet, koyduğu kurallarına uyulmamasını kabul etmiş hatta bunun yasallaştırma yoluna gitmiştir. Türkiye’de devlet-toplum ilişkisi böyle gidegelmiştir. Halk istediğini usulsüzce elde etmeye meyillidir, devlette buna göz yummuştur. Türkiye’de devletin halkı denetleme gücü yoktur.
Türkiye’de devletin gücü genelde lafta uygulanmaktadır. Bu güçten kastettiğim ekonomik, siyasal güç değildir. Bir devlet yabancı ülkelere karşı güçlü olup kendi içinde güçsüzlük yaşayabilir. Türkiye’de devlet zamanla bununla uğraşmayı da bırakmıştır. Kurallar koyulmuştur fakat uyulmaması o kadar da önemli değildir. Türkiye’de yasak olduğu halde halk, neredeyse Türk Silahlı Kuvvetleri’nden daha çok silah bulundurmaktadır. Devleti bu kadar benimseyen halk için devletin koyduğu yasakların çok da bir önemi yoktur. O yasak illaki bir şekilde aşılacaktır. Peki bunu nasıl değiştirebiliriz?
Türkiye’de halkın vatandaş bilinci oluşturulmalıdır. Toplum devlete karşı daha çok duygusal bağlar beslemektedir. Ama devlet ile vatandaş ilişkisi daha çok resmi bir şey olmalıdır. Türkiye’de devlete daha çok anne-baba gözüyle bakılmalıdır. Devletin koyduğu kurala uymamakta bir ebeveynin koyduğu kurala uymamakla eşleştirilmektedir. Ve devlette kendini bu konuma koymuştur. Çıkardığı aflar, bir ebeveynin çocuğunu affetmesi gibidir.
Devlet-toplum ilişkisinin bu kadar ikili ilişkisel olarak ele alınması koyulan kuralların da önemini azaltmaktadır. Bu şekilde ne devlet toplum içinde bir hegemonya oluşturabilir ne de halk vatandaşlık bilincini kazanabilir. Bu sebepten anayasaya bir sözleşme olarak bakılmalıdır. Devlet ile toplumun karşılıklı imzaladığı bir anlaşma gibi. Anlaşmada yazılan kurallara uyulur, uyulmaması halinde de bunun bir yaptırımı olur.
Türkiye’de halk kendini sözleşmenin bir tarafı olarak görmez. Halkın gözünde anayasa, halkı güvence altın almak için vardır. Evet anayasa, halkı güvenceye alır hatta hükümetlere karşı korur ama bu karşılıklı bir ilişkidir. Her iki tarafa da sorumluluk yüklemektedir. Kısacası Türkiye’de halkın kendi payına düşen sorumluluğu alması gerekmektedir. Fakat bu hemen gerçekleşecek bir şey değildir. Çünkü devlet-toplum ilişkisini kültür de etkiler. Ve kültürü değiştirmek çok zordur.