Tüketiyoruz işte… Her şeyden önce sevgiyi, saygıyı, iyiliği tüketiyoruz. Zaman ve mekân sınırlamasına takılmadan tüketiyoruz.
Sevginin, sevmenin zamanı mekanı mı olurmuş diyorsunuz belki de. Bir yerde haklılık payınız olsa da asıl mesele öncelikle sevginin kutsallığına inanarak onu ilmek ilmek hayata dokuyabilmektir.
İnsan hayatı her şeyi çabucak yaşayıp tüketecek kadar basite alınamaz. Hayat dediğimiz bu yolculukta aceleci olduğumuz kadar aynı zamanda doyumsuzuz da. Eğer sevginin kutsallığına inanmış olsaydık, anında doruk yaşantı geçirip ‘sıradaki’ diyebilme rahatlığını elde edemezdik.
Saygıyı tüketiyoruz: Saygı göstermeden saygı görmeyi bekliyoruz. İnsan olmanın hakkını veremiyoruz. Güleryüzü, hoşgörüyü, teşekkürü olabildiğince birbirimizden esirgiyoruz. ‘Hep ben’ demekten ‘biz olma’nın varlığını unutuyoruz. Peki çok çabuk tükettiğimiz bu sevginin, saygının iyiliğin yerini doldurabiliyor muyuz tekrar?
Tükettiğimiz kadar, üretebilseydik keşke ama ne tüketilen sevginin, saygının yerini doldurabiliyoruz ne de yaşananlardan ders çıkarıyoruz. Ne acelemiz vardı ki? Oysa ki yaşamak sevginin varlığı ve sürekliliği ile anlamlıydı. Oysa ki yaşamak iki insanın birbirine hediye ettiği tebessüm kadar basitti.
İnsan yerine koyamayacağı değerlerin kıymetini bilmeli. Beslendiğimiz bu can suyu ‘sevgi, saygı’yı tüketmeyelim. Zira tüketirsek tükeniriz. Sevgiyle kalın.