“Zina sadece bedenin şehvetinden gelen bir günah değil, aynı zamanda ruhani bir günah ve haksızlıktır; basit bir hırsızlık vakasından daha ağır bir suçtur.” Thomas Aquinas sıradan bir asi genç değildi. 17 yaşında din yolunu seçmek için evden kaçtı.
Ailesi onun Benediktenler’e katılmasını istiyordu. Aquinas ise rakip Hristiyan fraksiyonlarından biri olan Dominikenler’e katılmak istiyordu. Tam Roma’daki Dominikinler’e katılmak üzere yola çıkmışken iki erkek kardeşi tarafından kaçırılıp Monte San Giovanni Kalesi’nde bir hücreye kapatıldı. Bu kaledeki baskı babasının evindekinin iki katıydı. Ailesi Aquinas’ın inancını kırabilecek tek şeyin bu kalede kapalı kalmak olduğunu düşünmüştü.
Aquinas hapsedilmesine rağmen Dominikenler’e olan bağlılığını inkar etmeyi reddetti. Çaresizlik içindeki ailesi onu baştan çıkarmak için bir fahişe tuttu. Aquinas’ın bir kadınla günah işlediği anda dini hedeflerinden uzaklaşacağını düşünüyordu.
Kadının hücreye atıldığı an şehvet dolu niyetinin farkına varan Aquinas elindeki meşaleyle fahişeyi kendinden uzaklaştırdı. Bir taraftan da insan bedeninin baştan çıkarıcılığına karşı koymak için Tanrı’ya yakarıyor, ondan güç istiyordu.
Tanrı aynı gece ona iki melekle cevap verdi. Melekler kaçmasına yardım etmedi ama daha iyi bir şey yaptılar. Belinin etrafına beyaz bir kuşak sarıp bir ağızdan şöyle dediler; ”Thomas, Tanrı adına, seni hiç kimsenin çözemeyeceği bir bekaret kemeriyle sarıyoruz.” Aquinas beline bahşedilen sihirli kuşağın gücü ve verdiği inançla esareti sırasında ayakta kalmayı başardı.
İki yıl süren esaretinin ardından kaçmayı başardı. Ailesi tekrar peşine düşmedi. O da Dominikenler’e katıldı ve Katolik Roma Kilisesi sahibi oldu.
Bugün Aquinas pek çok kimse tarafından en büyük Katolik teolog olarak görülmektedir. Peki belindeki kemer? Aquinas yaşamının sonuna kadar o kemeri hiç çıkarmadı ve hayatı boyunca hiçbir zaman baştan çıkmadığını ve iffetini koruduğunu övünerek anlatıp durdu.