Sarf ettiğin acı içinde var olandır. Seninle yaratılmış ve seninle ölecektir o sızı. Çabalama Ademoğlu, dindirmeye çalışma acını, dinmeyecek.
Tepeyi aştıkça sırtına daha da binecek, kemiklerinde, küreklerinde hatta daha derinde, kalbinde yer edecek sızın. Olmayacak çaresi, kimse merhem sürmeyecek. Mahşer geldi mi ki ta ola, sen, Yaratıcın ve sırtından kopup inecek olan o sızın. Verecek tek tek hesabını.
İşte çürüyecek o vakit bu elma. Yavrusunu yok sayan, iki silif sevgiyi mahrum gören, o aciz kullarda yanacak kopan ateşinden. Dilsiz canlar dillenecek, verdiğin bir damla suyu anlatacak Yaratıcına. Hafifler mi Ademin Meyvesi, günahların? Açacak Yaratıcın yüreğine bakacak. Kim yakmış? Kimi yakmış? Nedir vebali sevilmemenin, öğreneceksin. Yaralarında sarılmayacak çünkü ister sakla bu bedeni ebediyete, ister sun bir altın tepsiyle kulların önüne, ellerin el, gözlerin göz olmayacak. Çürümüş elmanın topraklarına karışacak.
Nefsi alem olacaksın, o seni suçlayacak, sen onu. Dönüp belki de kızacaksın Atakullarına, yasak elmanın vebali sizin boynunuzdaydı, o elmayı ısıran dudakların birleşmesinin vebali niye bizim boynumuza?
”Sen aslında var olmadın, sen aslında yaşamadın. Bütün bunlar küçük bir tiyatroydu, sadece Tanrı’nın eğlendiği”.