Suriye İzlenimlerim (Genel Çerçeve)… “Dikkat et, ağlamasın yetim; zira ağlamaya başlarsa, arş da titremeye başlar. Esirgeyerek sil göz yaşlarını, şefkatle al yüzünün tozunu..”
Şirazi’den alıntıladığım bu sözlerle başlamak istedim bugünkü yazıma. Nitekim geçen günlerde gerçekleştirdiğim Suriye seyahatimde İdlib ve Afrin’deki yetim çocukları, muhtaç aileleri inceleme şansım oldu. Alakalı yazımda da bu bireylerin yaşam koşullarına ve savaşın onlarda bıraktığı izlere değineceğim.
Öncelikle gidişimle alakalı olarak nasıl bir yol izlediğime değinmek isterim. Antalya’da aktif olarak çalışmalarda bulunan UMESKO isimli yardım kooperatifi dünya genelinde dezavantajlı grupların ihtiyaçlarını karşılama noktasında takibimdeydi. Kendileri ile gerçekleştirdiğim görüşmeler sonrasında Suriye’ye yardım götüreceklerinin bilgisini almıştım. Sürece ben de dahil oldum ve birlikte güzel bir yardım seferberliği başlattık.
Cilvegözü Sınır Kapısı’ndan, Antakya Müftülüğü ve Diyanet Vakfı’nın da paydaşlığında UMESKO Ailesi olarak Suriye tarafına geçiş yaptık.
Öncelikle Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin bölgede gerçekleştirdiği çalışmalar hakkında edindiğimiz bilgiler doğrultusunda alakalı noktalarda incelemeler gerçekleştirme şansım oldu. Görünen o ki devletin Suriye’deki varlığı yalnızca askeri değil aynı zamanda insani yönden de oldukça etkili. Varlık ve aksiyonlar konusuna daha sonraki yazılarımda değineceğim. Bugün öncelikle bölgede “yaşamaya çalışan” minikler ve kadınlar ile alakalı genel bilgiler vermek istiyorum.
İdlib‘in coğrafi özellikleri dikkate alındığında, kayalık yapısı dikkat çekiyor ve hafif yükseltilerden oluşuyor. Yaşam alanı olarak merkez ele alındığında alt yapı sorunu ilk göze çarpan durum oldu. Kış olmasından da kaynaklı aşırı yağmur şehri tamamen etkisi altına almış durumda ve çamur deryaları sebebiyle trafik bir yana yaşam aşırı derecede olumsuz etkilenmiş. Yolların da bakımsız olması sebebiyle araçla ulaşım işkence noktasına geliyor.
Biraz başınızı kaldırdığınızda ise yamaçlara dağınık şekilde yerleşmiş çadır kamplarını görüyorsunuz. İnanılmaz bir karmaşa hakim şehre. Hiçbir düzen yok, her şey her yerde tabiri caizse. Normal şartlarda dahi yaşaması çok zor olan İdlib savaş da dahil edildiğinde tahmin edersiniz ki akıl almaz hale geliyor. Nitekim savaş öncesi 300.000 nüfusu olan şehir şimdilerde aldığı göç ile birlikte 5.5 milyon nüfusa sahip. Bu da dolayısıyla aşırı mevcudiyeti şehrin taşıyamamasına sebep olmuş durumda.
Çadırların içerisindeki yaşam içler acısı. Şanslıysanız bir sobaya sahip oluyorsunuz ki bu durumda yakacak bulmak için yağmurlu coğrafyada kuru bir şeyler bulmanız zorunlu hale geliyor. Diğer yandan kayalık yapı ve alabildiğine düz (son derece verimli) topraklar odun ihtiyacını dışarıdan karşılamak zorunda bırakıyor sizi.
Burada kritik noktalardan biri ise İdlib nüfusunun çoğunluğunun kadın ve çocuklardan oluşuyor olması. Nedeni ise artık savaşta ölen erkeklerin aileleri son çare olarak buraya kaçarak hayatta kalmaya çalışıyorlar. Bu bağlamda şehirde donarak veya açlıktan ölen mevcudiyetin çoğunluğunu çocuklar oluşturuyor. Şehir yapısı da zaten çocukların çokluğu dolayısıyla değişikliklere uğramış. Yolda bulunan kasisler sık ve aşırı yüksek. Sebebini merak ettiğimde her taraftan çocuk çıkabilme olasılığına karşı arabaların hızını kesebilmek hayati önem taşıyor. Nitekim araba kazaları sonucu çocuk ölümleri hayli yüksek oranlarda.
Gözlemlerim gösteriyor ki, özellikle çocukların üst baş ihtiyacı yardımların çokluğuna rağmen kesinlikle karşılanamıyor. Edindiğim bilgiler, tır tır eşya gelmesine rağmen benim sahada gördüğüm hala ayağı çıplak, elleri buz gibi çocuklar. Haftada ortalama 5 çocuk donarak ölüyor. İnsanlık dramının diğer yüzü de gelen yardımların nasıl oluyor da bunca yıla rağmen sistematik şekilde dağıtılabilir hale gelememesi. Tabi bunu da araştırdım. İğrenç gelecek ancak, özellikle çadır kampları parsellenmiş durumda. X isimli çadır kampı Y isimli STK veya kuruma ait varsayılıyor ve o kampa o STK’dan başka bir kuruluş yardım etmiyor. Dolayısıyla ne acıdır ki bu durum yardıma muhtaç insanların bir pazar haline gelmesine yol açıyor. Vicdanınız, düşünebilmenize yetti mi merak ediyorum.
Bir de şöyle düşünün ziyaretlerinizde çocuklar sizlere koşuyor. Ne vereceğiniz, ne konuda yardım edeceğiniz hakkında en ufak fikirleri yok. Ve siz öğreniyorsunuz ki depo depo mallar ambarlarda bekliyor. Siz o çocuğun gözlerine bakarak acaba ne derdiniz ? Açıkçası ben utancımdan bakamadım bile. Bu konuda detaylara ilerleyen zamanlarda etraflıca değineceğim.
İlerleyen günlerde UMESKO ekibi olarak yerel bir STK olan “Umut Işığı” kurumuyla görüşmeler gerçekleştirdik. Kendileri Afrin ve İdlib odaklı ihtiyaç sahiplerine yardım etmekle birlikte kurucusu olan Muhammed Suriye’li olmasından dolayı bölgeye hakim. Değerli bilgilerini bizlere aktarırken, bir bombardımanda annesini kaybettiğini üzüntüyle öğrendik. Üstelik o sırada tam yanı başımızda bulunan okul bahçesinde gerçekleşen olayı gözleri yaşlı şekilde anlattı. Dolayısıyla kendisini tamamen yardım faaliyetlerine adadığını belirtti. Bu örneği olayların ne derecede insanlık acısı barındırdığını hissedebilmeniz için verdim.
Kamptaki yaşama geri dönecek olursak, insanın en temel ihtiyacı olan “su” konusuna değinmek istiyorum. Suya ulaşım iklim ve coğrafi şartlar sebebiyle oldukça zor. Hele ki çadır kamplarının şehir merkezine uzaklığına dikkat edildiğinde tedarik çok zorlaşıyor. Sahada rastladığımız durum at arabalarıyla su bidonlarının taşındığını gösterdi. 300 kişilik bir kampa haftada bir olmak üzere 15 bidon (20 x 15 Litre) su geliyor ki bu suyun temizliği konusunda oldukça endişeliyim.
Çocuklara baktığımızda sosyal anlamda kesinlikle imkanları bulunmuyor. Oyuncak, park vesaire hiçbir oluşum yok. Tüm gün açlık ve soğukla savaşarak hayatta kalmaya çalışıyorlar. İşin acı yanı 12. senesine giren iç savaş sebebiyle dünyayı yaşadıkları şekilde bir yer sanıyorlar. Bu durumun vahimliğini düşünebiliyor musunuz ?
Kadınlara ve kız çocuklarına yönelik incelemelerim genel olarak şeriat hükümlerine benzer ancak tam olarak yansımamış şekilde. Heyetu Tahriru’ş Şam yönetiminde olan şehirde sanıyorum 13 yaşından itibaren kara peçe ile gezmeleri zorunlu. Kız çocuklarının ise peçe değil kapanmaları zorunlu koşulmuş. Bu konu o derece ciddiye alınıyor ki, ekip arkadaşlarımdan birinin saçlarını gören kız çocukları “böyle yaşayabiliyor musun ? saçın görünebiliyor mu ? ” gibi sorular yönelttiler.
Bu bağlamda bahsettiğim gibi çocuklar dışarıda nasıl bir dünya var kesinlikle bilmiyorlar ve yalnızca kendi yaşadıkları şekilde var olabileceklerini sanıyorlar. Nitekim yerel bir danışman ekip arkadaşlarımdan biri için saçlarını kesinlikle açmaması gerektiğini, sigara konusunda çok kez uyardığına şahit oldum. Bunun sebebini sorduğumda ise çocukların örnek alabilme ihtimaline karşı başı açık ve sigara içebilen bir kadının varlığından haberi olmaması gerektiğini vurguladı. Bu açıdan bakıldığında özgürlüğü bırakalım insan hakları hak getire.
Suriye gezimin detaylarını seri şeklinde sizlere aktarmayı düşünüyorum. İlk olarak genel bir çerçeve çizerek sizleri bilgilendirmek istedim. Planıma göre yazım başlıklarım ; “Suriye’de çocuk olmak” , “Suriye’de kadın ve insan kalabilmek”, “yardım faaliyetleri ve işlevselliği” , “Suriye’nin geleceğine dair fikirler ve saha araştırması sonuçları” şeklinde olacaktır.
Diğer yandan akademik kariyerim boyunca aslında bilmeseler de hayalimin gerçekleşmesine ön ayak olan UMESKO’ya teşekkür ve minnetlerimi iletiyorum. Gerçekleştirdiği faaliyetler etki alanı olarak çok geniş. Sektörün içinden biri olarak geleceklerini parlak görüyorum. Dünyayı daha yaşanabilir hale getirme konusunda ise büyük payları olacağını düşünüyorum.
Ben de üzerime düşen şekilde iletişim bilgilerini okuyucularıma sunuyorum. Gerçekleştirdikleri faaliyetlere destek olmak isterseniz “0546 894 07 07” numaralı telefondan Sebile ŞAVKAR’a ulaşabilirsiniz.
İlerleyen günlerde olabildiğine detaylı şekilde “Suriye’de çocuk olmak” başlığında görüşmek üzere.
Din, dil, ırk ayrımı yapmadan insanı sadece insan olduğu için sevebilen, üzüntüsüyle üzülebilen herkesi çok seviyorum.
Hoşçakalın.