Sokak lambası dile gelmiş; Şehir bütün kalabalığıyla yüklenmiş omuzlara. Omuzlar yalnız, kalpler buruk, O kadar yük kimin kırıklığına çare olacak?
Şehir bütün sessizliğiyle çığlığını duyurmaya çalışmış.
Umutsuz ve korkaklığıyla
Soğuk sokak ve duvar yüzlü insanlara
Sokak lambası dile gelmiş;
Herkesin en mutlu anında yanında,
Herkesin en kötü anlarında ise sessizce ağlarmış.
Yollar söylenirmiş kendi, kendine.
İnsanlar mı ne demişler?
Herkes bencilce birbirine bağırmış,
Doğa dile gelemeden şehir avazı çıktığı kadar bağırmış.
Neden herkes sessizliğini gözyaşıyla bozmuş?
Şimdi sıra bende sokak lambası söndü
Gecenin en kuytu yerinde.
Gidiyorum usul usul içime
Gidiyorum,
Çaresiz insanların yüreklerine ferahlığı üfleyememek.
Gidiyorum utanarak,
Yoruluyorum kendime,
Hayattaki şanssızlığı, mutsuzluğu, umutsuzluğu.
Fermuarla kapatıyorum.
Acımamak umuduyla
Yoruluyorum “hüzün” yatağına yatıyorum.
Başımı “vicdan” yastığına koyduğumu umarak.
Duyamıyorum sessizliğin, zifiriliğin içindeki gürültüyü, çığlıkları.
Çaresizliğin bir kartopu gibi yuvarladıkça büyüdüğünü izliyorum.
Sessizce yaşamın kibirli tebessümü sarıyor her yeri…
Dünya’nın sularla değil,
Kötülükte yoğrulan insan kırıntılarıyla kaplı olduğunu öğreniyorum.
Dünya sadece kendi etrafında değil,
Aynı zamanda çıkarcı müsveddelerin etrafın da da dönüyormuş.
Öyle bir dönüyormuş ki,
Ne insanlık, ne de duyguları kalıyormuş…