Sevgi, hayatımızdaki her şey gibi gerekli olan bir duygudur. Sevginin hayatımızdaki yeri, çok ama çok önemlidir.
İnsan hayatı pek çok şeye bağlıdır. Somut olarak, su içmek, yemek yemek, boşaltım yapmak vesaire vesaire. Soyut olarak ise, sevmek sevilmek, özgüven, yani kısacası sevgi ile ilgili kavramlara bağlıdır. Sevgi, hayatımızda ki her şey gibi gerekli olan bir şeydir, bir duygudur.
Bu duyguyu hayatımızdan çıkarıp atarsak eğer, şu anki hayat algımız bana göre kökten değişir. Çünkü neyin iyi, neyin kötü olduğu buna bağlıdır. Kısacası sevginin hayatımızda ki yeri, çok ama çok önemlidir.
Bir söz vardır, “değişmeyen tek şey değişimdir” diye. Bu söz her şeyin değişeceğini, ancak değişmek kavramının değişmeyeceğini, hayatımızda her daim var olacağını söyler bizlere. Bu güne kadar pek çok şey değişti. Mesela barınma… İlk insanlar, mağaralarda yaşarken, günümüzde ise; villalar, apartmanlar ve benzeri yerlerde yaşamaktayız. Geçmişlerde, mağarada yaşamak normaldi. Ama şimdi?.. Her halde toplum tarafından kabul edilebilir bir sebebi olmadan mağarada yaşayan insanlar, deli diye, aklını kaçırmış olarak mimlenir ve toplumdan soyutlanır. Bu durum şunun göstergesidir, barınma ihtiyacında ki değişim, aynı zamanda hayat normlarımızı da değiştirmiştir.
Sevgi de her şey gibi bu zamana kadar pek çok değişime uğramıştır. Esasında sevgi aynı sevgidir. O duygu değişmemiştir ve değişmeyecektir de. Ancak sevginin gösterilme tarzı bu güne kadar pek çok değişime uğramıştır.
Bu konuyu çeşitli başlıklar altında, daha detaylı inceleyelim.
İlk olarak aile ilişkilerinden başlamak istiyorum. Toplumlar, bireylerden oluşur. Yani toplumun en temel taşı: Bireydir. Bireylerden oluşan aile ise, toplumun yapı taşıdır. Bu durumu inşaatlara benzetebiliriz. Tuğlalar bireylerdir; tuğlaların bir arada olmasını sağlayan çimento ve benzeri şeyler de ailedir. Aile, bireyleri bir arada tutan, insanlar arasında ki düzenin ilk aşamasını sağlayan temel yapıdır, yapı taşıdır. Geçmişte bugün ki gibi fabrikalar ve masa başı işler yoktu. Tek iş vardı, o da, tarımdı.
Tarım takdir edersiniz ki, tek bir insanın başa çıkamayacağı bir iştir. Bu yüzden tarımla uğraşan kadın ve erkek, kendi işlerine yardımcı olması ve toplumun bunu gerekli gördüğü için yaptığı baskıdan dolayı, çocuk sahibi olmaya karar verir. Geçmişte ki tarım toplumlarına en iyi ve bize en yakın örnek Osmanlı devletinin, 1500’lü yıllarıdır. Bu devirde çiftler çocuk sahibi olur, çocuğu büyütür, o dönemler de okul pek olmadığı için direkt olarak tarlada çalışmaya başlardı.
Bireylerin, aile içindeki sevgileri, yani sevgilerini gösteriş tarzı kesinlikle bu zamanki gibi değildi. İnsanlar kendilerini ailelerine pek yaklaştırmıyordu çünkü, o dönem için ailelerde sevginin gösterilmesi yanlış görülürdü. Bu sebepten dolayı, o dönemde ki ailelerde sevgiden çok, saygı ön plana çıkmıştır. Ailede ki bireyler, birbirlerini sevdiklerinin farkındadırlar, ancak bunu gösteremediklerinden, veya gösterdikleri zaman toplum tarafından dışlanma korkusundan dolayı, sevginin yerini saygı alırdı. Zamanla bu durum değişti. Ve şu an bizlerin normal olarak düşündüğü sevgi gösteriş tarzı geldi. Aileler de bu sefer, saygıdan çok, sevgi ön plana çıktı.
Şimdi yeniden başa dönelim. Başlarda, sevginin birey ve toplum için çok değerlinde olduğundan bahsetmiştik. Şimdi birazda bu konuyu irdeleyelim.
İnsanlar yaradılışları gereği, sevmeye ve sevilmeye ihtiyaç duyarlar. Bu iki ihtiyaç ilk başlarda sevilme ile ortaya çıkar. Küçük yaşlarda, dönemin normlarına uygun olan sevgi gösterilmiyorsa, yani aile, çocuğa kötü davranıyorsa bu bir kere o çocuğun eksik olmasına neden olur. Çünkü yaşamak için ona gereken sevilme ihtiyacı karşılanmamıştır. Ardından, sevme ihtiyacı nüksettiğinde ise, bu sefer bir tarafı eksik kaldığı sevemez ve yine sevilemez. Esasında küçük olarak gördüğümüz durumlar pek çok soruna yol açar.
Sevilmeyen çocuk, sevmek nedir bilemez. Sevdiğini zanneder ama esasında nefret eder. Çünkü o çocuk, sevilmeyi gaddarlık olarak görmüştür ve bu durumda sevmeyi de nefret olarak anlar. Sevme zamanı geldiğinde, sevdiğini sandığı insandan, esasında nefret ettiği için, o insana sürekli kötü davranır. Bu durum hakkındaki en etkili örnek, maalesef ki ülkemizdir. Ülkemizde var olan aşırı muhafazakarlık ve sevgisizlik, toplumun birbirinden nefret eden bireylerin oluşmasına sebebiyet verir. Ve aşırı muhafazakarlık nedeniyle yanlış yorumlanan din üzerinden, erkek egemen zihniyeti toplumda etkili olur. Bu durumda kadına şiddet artar. Toplumda ki sevgisizlik yüzünden, çocuklara ve hayvanlara şiddet artar. Ancak bu durum normal olarak görülür.
Kanıksamak, özellikle kötü durumları kanıksamak, yani normalize etmek, normal görmek, bir bireyin ve bir toplumun kendisine yapabileceği en büyük kötülüklerden biri olması gerek herhalde. Çünkü kanıksanan kötülük, gerçekleştiği zaman hiçbir tepkiyle karşılaşmaz ve artarak devam eder. Bu konuya ilişkin örnekleri, demin söyledim zaten.
Son olarak yazımı şu sözle noktalamak istiyorum: Sevgi karşılıklı verilen mutluluktur.