Bilindiği üzere 14 Mayıs günü hem genel hem de cumhurbaşkanlığı seçimine gideceğiz. Partiler de seçim beyannamelerini açıklamaya başladı.
Elbette şu andaki en büyük sorunun ekonomi olduğu toplumun büyük bir kesimi tarafından kabul edildiği için ekonomiyle ilgili vaatlerine önem veriyorlar. Bu yazıda şu anda en büyük parti olan (muhtemelen seçimden sonra da birinci parti olsa da meclis çoğunluğunu kaybedecek olan) Adalet ve Kalkınma Partisinin seçim beyannamesindeki ekonomi başlıkları incelenecek.
Öncelikle ekonomi başlıklarının hiçbir yerinde “Türkiye Ekonomi Modeli” geçmiyor. Ayrıca ana akım iktisadın kurallarına dönülecekmiş gibi bir izlenim de verilmeye çalışılmış ve seçimden sonra bir “normalleşme” sinyali verilmiş. İhracatta artış olacağı, staj ve iş imkanlarının artacağı gibi vaatlerin yanı sıra son dönemde Dünya’daki yükselen trend yeşil dönüşüm ve dijital gelişmeye de yar ayrılmış. Tabii ki sanayi kuruluşlarının, OSB’lerin ve teknokentlerin daha güçlü hale geleceği de vaatler arasında. Bütün vaatleri sıralamaya kalkarsam yazı bitmez ancak özetle Türkiye ekonomisinin düzelmesi, enflasyonun tek haneye düşüp işsizliğin bitmesi ve ihracatın artması vaatlerin bel kemiği konumunda.
Peki bunlar gerçekleşir mi yani yazmak ve çizmek kolay kısım ancak iş bunları yapmaya geldiğinde işimiz çok zor. Ben size durumu özetleyip cevabı size bırakacağım.
Döviz kurları baskı altında ve şu anda doların Türk lirası karşısındaki değeri ile ilgili farklı farklı raporlar hazırlanıyor. Raporların çoğu doların adil değerinin 24-26 TL civarında olduğunu söylüyor. Tabii ki daha altını ve üstünü verenler de var ama hepsinin özeti şu: Türk lirası değerli durumda. Eğer ki para biriminiz değerli durumdaysa nasıl ihracatınız artacak. Sizde üretilen bir malı başka bir ülke daha ucuza satıyorsa kim niçin sizden mal alsın. Hadi doları bıraktık 24 TL’ye çıkarttık. Peki sonra ne olacak?
Şirketler yine döviz baskısı altında kalacak ve maliyetleri artacak. Bu fiyatlara zam olarak yansıyacak ve öyle depo basarak falan da çözülmeyecek. Bu da enflasyona etki edecek. Enflasyonu kontrol altına almak için geleneksel iktisat faiz arttırımını önerir. Buna karşı çıkan görüşler de vardır ancak en temiz yol faiz arttırımıdır. Faiz arttırımının kötü sonucu ise yatırımların azalması ve ekonominin küçülmesidir. Ekonomi küçüldükçe de işsizlik artar. Tabi daha sonra ekonomi biraz daha toparlanıp enflasyon düşmeye başlayınca faizler aşağı gelir ve ekonomi tekrar açılır. Bir nevi “acı reçete” uygulayarak sorun çözülür.
Beyannameyi hazırlayanın eski bakan sayın Lütfi Elvan olduğunu göz önünde bulundurursak ve kendisinin vekil adayı da olmadığını düşününce şu soru ortaya çıkıyor. Acaba seçimleri Cumhur İttifakı kazanırsa sayın Lütfi Elvan Hazine ve Maliye Bakanlığına getirilir mi? Çünkü Cumhur İttifakı içerisinde yatırımcılara ve piyasalara en çok güven veren Naci Ağbal’la beraber kendisi. Sayın Ağbal da şu anda özel sektörde görev yapıyor, yani kamu görevine dönmesi pek olası değil.
Muhtemel Cumhur İttifakı zaferinin sonucu şu şekilde olabilir. TCMB ve Ekonomi Bakanı değişir. Muhtemelen Lütfi Elvan Hazine bakanı olur. Döviz ufak bir ölçüde serbest bırakılır (ihracatçıları memnun etmek için), kısa süreliğine faizler hızlı bir şekilde yükseltilir. Ancak 2024 yılında yerel seçimler olduğu düşünülünce ve sayın cumhurbaşkanımızın da faiz-enflasyon teorisi de hesaba katılınca bu politikalar uzun sürmez. Yaz aylarında zaten turizm sezonu açıldığı için dövizdeki baskı da iyice azalır. Sonbaharın sonlarına doğru sayın Lütfi Elvan görevden “affını ister”. TCMB başkanı da değişir ve yeni kadrolar Sayın Erdoğan’ın faiz-enflasyon teorisini bir kez daha kanıtlamaya çalışır (ve kanıtlayamaz). Kışın gelmesi ile birlikte de enerji masrafları artar ve başladığımız noktaya (hatta belki daha kötüsüne) döneriz. Yine enflasyon ve dövizde hareketlenme olur.
KKM’ye bu süreçte ne olacağını kestirmek zor ancak sürdürülmesi kolay ve ucuz olan bir sistem olmadığını unutmamak gerekir.
Yukarda bahsetmeyi unuttuğum bir vaat de ekonomik anlamda sosyal adaletin tesis edilmesiydi. Bu aslında yapılabilecek ve yapılmakta olan bir şey. Şöyle ki, asgari ücret bu hızla artmaya devam ederse toplumun çok büyük bir kısmı bu ücreti almaya başlayacak. Dolayısıyla vatandaşlar fakirlikte eşitlenmiş olacaklar. Bu da bir nevi ekonomik eşitlik sayılır, fakirliğin tabana yayılması.
Üstelik depremin maliyetinin ciddiyetinin henüz farkında da olunmadığı açık çünkü beyannamede bölgeyi ayağa kaldıracağız, kobilere yardım edeceğiz vs. deniyor ancak bu o kadar ucuz ve kolay değil. Dile kolay 3 il yerle yeksan oldu. Yine 6 ilde çok ciddi zarar var. Sayın cumhurbaşkanı depremin masrafının 104 milyar dolar olduğunu söyledi. 104 milyar dolar öyle çıkarılıp masaya koyulacak bir para değil ve biz esas etkilerini yazın GAP turlarının düzenlendiği dönemde ve bölgenin ihracat rakamları açıklandığında anlayacağız. Oysa şu an hem seçim telaşından hem de farklı konulardan dolayı bunu çoğu kişi atlıyor. Bu depremin GYSH’ye etkisi beklenenin üzerinde olabilir.
Elbette bu senaryo Cumhur İttifakının hem meclis çoğunluğunu hem de cumhurbaşkanlığını 1. turda kazanması sonucu oluşması muhtemel olan senaryo. Ancak farklı bir senaryo gerçekleşse de (Millet İttifakı da kazansa Cumhur İttifakı da) 2023 yılı ekonomi açısından çok da hoş bir yıl olmayacak. Yine de bitirmeden şunu belirteyim ki meclis veya cumhurbaşkanlığının farklı ellere geçmesi demokrasi için olumlu gözükse de ekonomi için en kötü senaryo. Bunun nedenini de başka bir yazıda açıklarım.