Zaman: üzerine bazen çok düşündüğümüz, bazen hiç dikkat etmediğimiz; bazen şıp diye geçen, bazen bir dakikası bir asır gibi gelen ve aslında hiç olmamasına rağmen bize ne kadar göreceliymiş gibi gelen bir kavram değil mi?
Yaş almamıza, büyümemize, acı tatlı tecrübeler kazanmamıza tiktaklarıyla eşlik eden; benliğimiz gibi, vücudumuz gibi ömür boyu bizimle olan yegane kavram.
Ne çok şey değişiyor yaşadıkça değil mi?
Biz zamanında anne babalarımızın tele makara geçirip araba yaparak oynadıkları hikayelerini dinlemiştik, şimdi çocuklarımız bizim eklem yerleri oynamayan Barbie’ler ile oynadığımız hikayeleri dinleyip aynı şekilde şaşırıyorlar :)
Sınırlar değişmiyor elbette ama ülkemiz, yaşam şartlarımız, yediklerimiz, dinlediklerimiz hep bir değişim içinde. Hadi gelin ufak bir yolculuğa çıkıp neler neler değişmiş dünya anneye göre neredeyse saniye sayılacak kısacık hayatlarımızda şöyle bir bakalım :)
Ben bırakın cep telefonunu evlerde telefon olmayan bir zamandan beri buralardayım (bazıları buradan sonra okumayı bıraktı sanırım:) Evlerimize telefon geldiğinde kendimizi uzaya gitmiş kadar mutlu hissetmiştik:) Ev telefonlarıyla cep telefonları arası çok fazla sürmese de bir süre evinde telefon olanların yaşadığı gurur paha biçilmezdi :)
Televizyon siyah beyaz ve gece 00’a kadar yayın yapardı mesela. Şimdikilerin inanması hatta hayal etmesi bile güç ama hem de sadece tek kanal vardı! Aslında bunun güzelliği herkes aynı şeyi seyrettiği için kimsenin ortak sohbetten geri kalmamasıydı sanki. Yani o zamanlar ’Yok hayatım kadın programı izlemiyorum, ben saaadece belgesel’ diyen çok bilmişler yoktu, Allah’ın emri herkes Dallas seyreder, ertesi gün de toplu halde Jr.’a beddua edilirdi :)))
Şimdiki annelerin evde yemek hazırlamaya üşendiğinde çocuklara çarçabuk mantı yaptığını bizden bir iki nesil öncekiler duysa kulaklarına inanamazlardı büyük ihtimalle, çünkü dışarıdan hazır mantı almak, dahası pişmiş yemek sipariş etmek bir koşu Amerika’ya gitmekle aynı şeydi onlar için sanırım:) Özellikle pandemiyle birlikte devasa boyuta gelen dışarıdan yemek siparişi bir zamanların hayali bile değildi: o derece yani:))
Şu filmlerde gördüğümüz kuş tüyünü mürekkebe batırıp yazı yazan amcalar benim tıkır tıkır yazı yazdığımı, beğenmeyip silip tekrar yazdığımı görseler ne düşünürlerdi dersiniz? Ya da 700 sayfalık Suç ve Ceza’yı yazan Dostoyevski şimdi yaptığımız gibi bilgisayarda roman yazsa daha ne harikalar yaratırdı?
Şimdilerde sosyal medyada çokça gördüğüm kalem ve kaset ilişkisi var mesela:) Walkman zaten bizim için icatların en mükemmeliyken elbette caanım pilini kaseti ileri geri almak için kullanmaz kalemi deliklerden birine takıp manuel sarardık. Kasetin ne olduğunu bile bilmeyen bir nesil okuyorsa beni şu anda çok ta anlamadı büyük ihtimal ne yazdığımı ama anlayanların yüzündeki gülümsemeye selam olsun :)
Örnekleri çoğaltmak mümkün. İşin enteresan tarafı şu anda bunları okuyup, dinleyip şaşıran nesil de bir zaman gelecek tarih olacak ve ‘biz zamanında sizin gibi oyunun içine girip değil elimizdeki tabletten oynardık bu sanal oyunları’ dediklerinde şaşıran gençleri gülümseyerek seyredecekler. Zaman hiç birimize iltimas tanımadan geçecek ve umarım hepimize gülümseten hatıralar bırakacak…