Olacak O Kadar programının serüveni bildiğimiz gibi uzun soluklu ve programın seyirci kitlesi sadık.
Levent Kırca’nın oluşturduğu, çeşitli kanallarda yayınlanan eleştirel güldürü programı, 80’li yıllardan itibaren 21 yıl boyunca halkın sorunlarını anlatmıştır. “Niyetimiz kimseyi kırmak değildir. Şuradakini buraya koymak değildir.” Kırıp dökmeden, çeşitli tiplemelerle, siyasete dair güncel konularla halkı kucaklayan, yeri geldiğinde yanlışlarını söyleyen bir program…
Yayınlanmasının üzerinden yıllar geçmiş bu programın mizahı, artık eskimiş gibi görünse de halkın sorunları hiç eskimediği için her döneme uyum sağlıyor. Bir bölümde aşı ile ilgili açıklama yapan sağlık bakanını canlandıran Levent Kırca, şu sıralar yaşadığımız pandemi dönemini de anlatan bir bölüm ile daha önceden karşımıza çıkmış oluyor. Bu da Olacak O Kadar’ın her döneme uyum sağlayan fikirlerinin ve eleştirilerinin olduğunu bize kanıtlamış oluyor.
Olacak O Kadar programının serüveni bildiğimiz gibi uzun soluklu ve programın seyirci kitlesi sadık. Bana soracak olursanız 2000’li yılları öncesindeki bölümler daha komik ve daha samimi diye cevaplarım.
Bu düşüncem ilklerin güzelliği ve özgünlüğünden kaynaklı olabilir. Yepyeni Olacak O Kadar zamanında eski kadro olmadığı için bölümlerinden eski tadı alamayan izleyenler de oldu fakat yeni bölümlerde de eleştiri ve hicivlerin eski bölümlerdeki gibi yerli yerinde ve komik olduğunu söylemem gerek. Hafızalarımıza kazınmış olan, sözü ve müziği Grup Gündoğarken’e ait olan jeneriğin nostaljik tadı da eskilerin özgün güzelliğinden geliyor.
Bunlarla birlikte kendine özgü mizahıyla akıllarda kalan bir tarzı olduğunu düşünüyorum. Abartılı tokat sesi efektleri, plastik makyajlar, zekice kelime şakaları ve hayatın içinden hem özgün hem de taklit karakterler bunu destekler nitelikte. Döneminde yaşanan toplumsal olayları ve toplumu anlatmak için yazılan karakterlerden Küçük Hüsamettin ve Annesi, Bestami ve Kemancı İsmail Hakkı, Sabahattin Usta, benim en sevdiğim karakter olan Bakan ve daha niceleri…
Bu karakterler kendine has özellik ve tiplemelerle tanınır. İşin komikliği de burada başlar zaten.
Bestami şarkı söylerken takındığı tavır ve mimikleriyle,
Kemancı İsmail Hakkı Bey de gülüşü ile tanınır.
Küçük Hüsam “Aney! Aney!” diye gezmesi dışında yanık türküler söyleyip ünlü olmanın peşindedir. Kıkır kıkır gülen ve tabiri caizse biraz aptalca bir tipleme olan Küçük Hüsam sanıyorum ki siyasetçiler nezdinde halkın görünüşüdür.
Sabahattin Usta ise saçma sapan yemekler yapan biridir ve yardımcılarının yaptığı absürt yemeklerle tanınır. Bakan yaptığı saçma açıklamalarıyla ve halkın sorduğu soruları cevaplamaktan kaçınmalarıyla tanınır. Tüm bu saçma ve komik özellikleri ile aklımıza kazınmış tiplemeler toplumun kendi komedisinin sonucudur. Bunların dışında programda yapılan parodilerle gündemdeki siyasi olaylar komik bir biçimde eleştirilmiştir.
Program yayınlanmaya başladığı ilk zamanlarda Oya Başar, Metin Serezli, Sinan Bengier, Ahmet Çevik, Ali Demirel gibi usta tiyatrocuların ortaya koyduğu komik ve bir o kadar samimi bölümlerden oluşmuştur. Belki de programın bu kadar samimi ve aile sıcaklığında oluşu Levent Kırca’nın bu işi eşi Oya Başar ve programın yönetmenliğini yapan oğlu Oğulcan Kırca ile yapmasıydı. Programın uzun soluklu olmasını Olacak O Kadar’ın sıcak kadrosuna ve eleştirilecek toplumsal olayların hiçbir dönemde bitmeyecek olmasına bağlayabiliriz. Bu devamlılık 2021 yılına kadar sürseydi (ki eleştirilecek tonlarca toplumsal olay var) daha nice karakterler yazılıp oynanırdı diye düşünmekteyim.
Bu düşünce aklıma Levent Kırca eğer şimdi yaşıyor olsaydı ve program yayından kaldırılmasaydı ay çiçek yağı şakalarının havada uçuşacağı geliyor. Mesela şöyle markete ay çiçek yağı almaya giden yemekteyiz programına katılmış bir vatandaşı yazıp oynasa ne kadar gülerdim. Plastik makyaj ile kendini yağ tenekesi bile yapardı sanıyorum. Fakir halkı hep iyi gözlemleyip iyi yansıtmıştır çünkü ekranlara. Sözgelimi bu pandemi zamanında maske takmayan, hatta koronanın varlığına bile inanmayan (!) vatandaşları nasıl da komik eleştirirdi diye düşünmeden edemiyorum. Aslında bu duruma ağlamamamız işten bile değil ama “İşimiz muhabbet efkarı yok bunun” diyorlardı, değil mi?