Hepimizin en az bir kez duyduğu veya söylediği bir kalıptır bu değil mi? Ne yapayım ben böyleyim, beni böyle kabul et.
Ne oldu da bunu son zamanlarda daha sık duyar olduk? Cümlenin aslı ve dayanağı nedir? Biraz irdeleyelim. Malum son zamanlarda elimizin değdiği her yer ‘kişisel gelişimci’, ‘enerjici’, ‘olumlamacı’, ‘yaşam koçu’.. İnsanların bireyselliğini yüceltmeye çalışırken yıktıkları değer yargılarından haberleri yok. Bir ‘ben’ dili gelişti hiç gelişmediği kadar. Ben çok önemliyim, ben çok kıymetliyim, ben şöyle, ben böyle, ben öyle.. Tabii ki çok kıymetliyiz, tabii ki her bir birey birbirinden önemli ama bu arka planda empoze edilen hep ben, hep ben düşüncesi nereye kadar?
Kişilik gelişiminin toplum baskılarına yenik düştüğü, sivrilenin yutulmak istendiği o eski bilinçsiz devirler ne kadar tehlikeliydi ise şu an zoraki yapılandırılan kişilik gelişimleri de bir o kadar tehlikeli görünüyor.
Bir ‘ben’ dili aşılanıyor ısrarla. Kişinin benlik kazanması, kendi benine özgü olması farklı şey ; yanlışını kabul etmeden veyahut düzeltme çabasına girmeden ben böyleyim diye kestirip atması farklı bir şey. Dik durmak farklı, diretmek farklı. Ben olmak farklı, bencil olmak farklı..
Bizi biz yapan, diğer canlılardan farklı kılan en güzel özelliklerden biri bilinçli düşünme sistemimizdir, yanlışımızı fark etmeli yine ‘ben’ olmalı ama bu beni hep geliştirmeliyiz.
Onu öyle kabul edelim, bunu böyle kabul edelim.. Hayhay tabii ki edeceğiz. Ama bizim kabul etmemiz gerektiği, kişinin değişime ve gelişime kapanmasına bahane olamaz.
Hepimizin kendimize özgü bir ben’i var, bizler bu benliği toplum içerisinde bir miktar esnek tutmalı; ilişkileri ahenkte yakalamak için kendimize katmalı veya kendimizden azaltmalıyız. Kendimizi çok sevecek elbette değer vereceğiz ama bu sınırsız ‘sadece ben, önce ben, hep ben’ düşüncesi ile ilişkilerde yükselişe geçen nezaketten uzak bencillik, sosyal bağ ve diyalogları zayıflatmakta, çürütmektedir. Sevelim veya sevmeyelim karşımızdakini de düşünmek bizden kaybettirmez, ‘ben’e zarar vermez, toksik hallerimizi törpülemek bizi azaltmaz, ‘ben’ olmaktan çıkarmaz. Kimsenin kendinden başka bir şeye değer vermediği bir toplumda ‘her şeyin en’i benim’ desek de ne kadar mutlu olabiliriz?
Yeni gelen nesillerde de gözlemlediğimiz zayıf empati yeteneği de buradan kaynaklanıyor. O kadar bireysel bireyler olmak ve yetiştirmek istiyoruz ki neredeyse toplum olmayı, insani ilişkileri, ortak bilinci tozlu bir kilere fırlattık. Hep ben, tek ben, sadece ben diyerek nereye kadar götürebiliriz?
Ruh hazzı veren ilişkiler kurmak için ben böyleyim’i bir kenara bırakmalı, özümüzden taviz vermeden, kendimizin olumsuz taraflarının da farkına vararak, gerektiği yerde değişerek ve gelişerek, karşımızdakinin ben’ine de saygı duyarak, anlayarak ve anlaşılarak uyumu yakalamalıyız. Birileri bize ısrarla bencilliği dayatıyor diye bireyselliklerimizle var ettiğimiz kolektif bilinci yıkmamalı, ben’i verdiğimiz değerler ile, bireyselliğimizin yanında toplum olmanın önemine de sahip çıkma ile ve geleceğimizi koruma iç güdüsü ile taçlandırmalıyız.
Sözün özünü Yunus Emre ile bulalım : ‘Gelin tanış olalım, işi kolay kılalım, sevelim sevilelim, bu dünya kimseye kalmaz.’