Tek bir muhalif tiyatrocu kalmasa bile, hatta tiyatrocuların hepsi zabıta yapılsa bile tiyatro ele geçirilemez çünkü tiyatronun kendisidir muhalif olan. Soruyorum bir kez daha Carl Valentin Valentin, tiyatroyu ele geçirmek kime nasip olmuştur, Hitler’e mi?
Binlerce yıllık geçmişi olan Tiyatro sanatının tarihi, beni ilgilendirir. Ben daha, henüz hayran bir seyirci olma çabasında, oyuncu olmak hayalleri kurarken işittim büyük ustalardan ilkel tiyatro hikâyelerini. Kendimi o dönemlerin bir oyuncusu olarak düşünmedim mi hiç zannediyorsunuz? Sırtımda bir hayvan kürkü ile bir av sahnesi düşledim ki kahramanlığım yere göğe sığmaz. Az şarap içmedim Dionysos şenliklerinde. Bildikçe, okudukça daha da arttı bağlılığım bu sanata. Aşk ve tutkuyla bağlı olduğum, meslek derken bile hicap duyduğum bu sanat bir işçisi olmaktan çok daha fazlasını ifade eder.
Tarih boyunca bütün diktatörler genelde sanatı, özelde tiyatroyu ele geçirmek, ele geçirip iktidarın borazanı haline getirmek istemişlerdir. Kendi sanatçılarını yaratmak, onları devlet imkanlarıyla donatmak yetmemiştir hiçbir zaman, gözleri hep muhalif sanatçıların üzerine dikilmiş, onları satın almak ya da susturmak istemişlerdir.
Sanmışlardır ki tiyatrocuları ele geçirince tiyatroyu da ele geçirmiş olacaklar. Oysa bir tek muhalif tiyatrocu kalmasa bile tiyatronun kendisidir muhalif olan! Malum çağımız, “popüler kültürün” sanat zannedildiği teknoloji ve hız çağıdır. Tüketimin bu denli hızlı olduğu bir dönemde yalnız Tiyatronun değil diğer birçok sanatın da çeşitli bunalımlar yaşaması kaçınılmaz olmuştur.
Sanayi ve teknoloji geliştikçe bireyler yalnızlaştırılarak kolay yönetilebilir hale gelmiştir. Tüketim, iyi reklam politikalarıyla bir zevk ve eğlence aracına dönüştürülmüştür. Kapitalizmin varlığını sürdürebilmesi tüketim toplumlarının varlığı ile doğru orantılıdır. Bu aslında ilk bakışta karmaşık gibi görünse de çok basit bir ticaret kuralıdır. Sistem size küçük bir pet şişe suyu 50 kuruşa satar. Bu ürünü kimse evinde tüketmez, sistem kendi yaşam alanınızın dışında tüketeceğiniz ürünün bir süre sonra tuvalet ihtiyacınızı doğuracağını hesaplar ve 50 kuruşa tükettiğiniz suyu bir süre sonra 100 kuruşa işemenizi sağlar. Aslında suyu size 150 kuruşa satmıştır, basit bir illüzyonla tüketimi yönetmiştir. şte tam da böyle bir dönemi, üstelikte gelişme sürecini yaşayan bir ülkede doğmuş olan sanatçılar olarak akılcı ve aydın kafalarla yönetmek gerekir. Tüm sanat biçimleri çağımızın algı, zekâ ve yetileri doğrultusunda kabuk değiştirmeli, asıl olan insan gerçeğini unutmamalıdır.
Gelişim tek taraflı sürdürülebilir bir süreç değildir. İnsanlar da çağın gereklerine adapte olmak, tüketim toplumunun bir parçası olmak zorunda kalmıştır. Örneğin cep telefonu kullanmak yasal bir zorunluluk değilken biri sizi aradığında telefonunuzun meşgul olması bile bir soruna dönüşmüştür. Cep telefonları adeta vücudumuzun bir organı haline gelmiştir. Bu örnekleri yüzlerce, binlerce çoğaltmak mümkün, çünkü insanlar sorgulamadan tüketmek gibi bir baskı altında ve bu baskı karşı gelmekle ortadan kalkabilecek bir şey değildir. Asıl olan insan gerçeği, tek çıkış yolu gibi görünmektedir. Sorgulama yetisi geliştikçe, bilinç de kendiliğinden yükselecek ve insanlar kendi fikirleri ile kendi fikirleri zannettikleri dayatmaları ayırabileceklerdir. Sanatın eli bu noktada çok önemli bir sorumluluğun altıdadır. Hem kendi kurtuluşu hem de insanın gelecek profili bu gerçeğe bağlıdır.
Haftaya Tiyatro sanatının kendi ayakları üzerinde durabilme ve özgür kalabilme koşulları hakkındaki yazıda görüşmek dileğiyle, hoş kalın…