İYİ Parti Siyaset Akademisi Başkanı Aydın Milletvekili Aydın Adnan Sezgin “Öncelikle, Ulusal güvenliğimiz ve dış politikamız açısından ciddi bir endişe kaynağı olan Libya sorununa değinmek istiyorum” dedi.
İYİ Parti Siyaset Akademisi Başkanı Aydın Milletvekili Aydın Adnan Sezgin, Libya’daki gelişmelerin yarattığı riskler giderek artmaktadır. İktidar, tavsiye ve uyarılarımıza rağmen Libya’daki iç savaşa var gücüyle dahil olmuştur. Bu durum, ülkemiz açısından ciddi risk ve tehditleri de beraberinde getirmektedir.
Biliyoruz ki darbeci Hafter güçlerinin, Ulusal Mutabakat Hükümeti’nin hakimiyetindeki Trablus ve civarına tasallutu, Türkiye’nin UMH güçlerine verdiği destekle durdurulmuştur. Yani bir coğrafya korunmuştur, savunulmuştur. Bu müdafaada sağlanan başarı, iktidar ve sözcüleri tarafından zafer nidalarıyla takdim edilmiş, kutlanmış, hatta kutsanmıştır. O dönemde, bunun yanlış olduğunu defalarca söyledik.
Libya’nın bütününe göre çok sınırlı ve doğal kaynaklardan yoksun bu bölgede, saldırganın püskürtülmesinin bir başarı addedilebileceğini ama sonucun nihai zafer olarak nitelendirilmemesi gerektiğini anlattık.
Evet, mevcut konjonktürdeki etkimiz artmıştır, ancak, nihai sonuç meçhuldür. İşte bu nedenle iktidara, “Ulusal çıkarlarımızı koruyan, büyüten her teşebbüsün arkasındayız, ancak, kamuoyunu yanlış bilgilendirmeyin” dedik. Nitekim, darbeci Hafter güçleri püskürtüldükten sonra, bu defa Hafter’in denetimindeki Sirte’ye, Cufra’ya, tarafımızca desteklenen UMH güçlerinin taarruzu, karşı tarafın hava unsurlarının da devreye girmesiyle, sert şekilde durdurulmuştur.
Sezgin, Sirte’ye doğru hamle, Rus yapımı olduğu bilinen uçakların bombalarıyla önlenmiştir. Ardından, Milli Savunma Bakanımız ve Kuvvet Komutanlarımız gösterişli şekilde Trablus’u ziyaret etmişler, ziyaretin hemen akabinde savaş uçaklarımızın konuşlanamadığı Libya’da hava hakimiyeti oluşturmak için hava üssü haline getireceğimizi ala-ü vâlayla açıkladığımız Al Vatiya hava alanı çok ağır tahribata uğramıştır. Kim bunu nasıl yaptı hala açıklanmış değildir.
Vatiye Havaalanının bombalanması ve ardından yaşanan gelişmeler, hesap yanlışlıklarını ve belirli bir zafiyeti ortaya koymuştur. Vatiye’nin bombalanması, hem oraya uçaklarımızın konuşlanmasını önlemiş, Sirte-Cufra harekatını akamete uğratmış, hem de Libya’da karşı karşıya olunan ağır riskleri teyid etmiştir.
Libya’da Türkiye – Ulusal Mutabakat Hükümeti bloğunun karşısındaki ittifakın hava üstünlüğü ciddi bir endişe kaynağıdır. Bazı kaynaklar, Vatiye üssünün Mısır’dan veya Libya içindeki Al Hadim üssünden havalanan Birleşik Arap Emirlikleri uçakları tarafından, bazı kaynaklar ise Cufra üssündeki Rus yapımı uçaklar tarafından bombalandığını öne sürmüştür.
Ülkemizin Libya’da da kullanıldığı anlaşılan silah ve radar teknolojileri göz önünde bulundurulduğunda, bu saldırıya katılan uçakların milliyetinin tespit edilememiş olması şaşırtıcıdır.
Sayın Milli Savunma Bakanı’na geçen hafta yönelttiğim soru önergesinde yer alan şu sorular yanıt beklemektedir:
– Saldırılar, hangi ülkeye/ülkelere ait uçaklar tarafından gerçekleştirilmiştir?
– Saldırıda aktif veya muhtemel bir kol uçuşu mensubu olarak birden fazla ülkeye veya aktöre/gruba ait uçak tespit edilmiş midir?
– Saldırıda kullanılan uçaklar, hangi ülkede bulunan hangi hava üssünden kalkmıştır?
– Türkiye ve Ulusal Mutabakat Hükümeti, Libya hava sahasının ne kadarını anlık olarak ve kendi imkanlarıyla izleyebilmektedirler?
– Saldırıya ilişkin olarak bir diğer ülkeyle, örneğin Libya konusunda Ortak Çalışma Grubu oluşturduğumuz ABD ve ABD gücü AFRICOM ile istihbarat paylaşımı yapılmakta mıdır?
– Saldırıda, Vatiyye Hava Üssü’nde bulunan hava savunma sistemlerimize verilen zarar hangi düzeydedir?
– Saldırıda 50’nin üzerinde can kaybı olduğu iddiaları doğru mudur?
– Libya’da askeri uçak konuşlandırılması planı, hala gündemde midir?
– Libya’da konuşlandırılması planlanan ve Türk Savunma Sanayii ürünü olan Hisar hava savunma sistemleri, hazır durumda mıdır?
Hatırlanacağı üzere, darbeci Hafter güçleri Trablus civarında durdurulduktan sonra, karşı tarafın ateşkes önerileri, Türkiye ve Ulusal Mutabakat Hükümeti tarafından reddedilmiştir. Libya’da gelinen noktada, çatışmalar Sirte ve Cufra hattında kilitlenmiştir. Hatta şimdilik çatışma yoğunluğunun çok düşük olduğu anlaşılmaktadır. Buna mukabil muazzam bir tatbikat hareketliliği ve lojistik kıpırdanma mevcuttur.
Vatiya hava üssünün onarılan bölümlerine çok sayıda nakliye uçağımız inip kalkmaktadır. Mısır ve Hafter güçleri, başarılı-başarısız gemi savar ve uçak savar füze tatbikatları yapmaktadır. Fransız gemisi Libya’ya 80 mil yaklaşmış durumdadır. Mısır ve Birleşik Arap Emirlikleri uçakları bölgede cirit atmaktadır.
LİBYA’DA BİLEĞİMİZ Mİ BÜKÜLDÜ?
Bütün bunlar olurken Libya Konusunda Türk-Rus Yüksek Düzeyli İstişare Heyetleri arasında geçtiğimiz hafta önemli bir görüşme yapılmıştır. Görüşmelerde, Libya’da kalıcı ve sürdürülebilir bir ateşkes için şartların oluşturulması amacıyla ortak çabaların sürdürülmesi kararı çıkmıştır. Rusya’yla da Ortak Çalışma Grubu Kurulduğu açıklanmıştır. Ayrıca Berlin Konferansı’yla uyumlu olarak ve BM ile eşgüdüm halinde, Libyalılar arasında siyasi diyaloğun artırılması üzerinde mutabık kalınmıştır. Libya’da askeri çözüm olamayacağı vurgulanmıştır. Bu yeni taarruz yok anlamına mı geliyor? Yani bileğimiz mi bükülmüştür?
Rusya burada menfaatlerini ciddi bir şekilde korumasını bilen bir devlet olarak Türkiye’yi yine hareket kabiliyetinden mahrum bırakmıştır. Suriye’de de bu kaç defa başımıza geldi! Bu koşullar altında Türkiye Libya’da nasıl kıpırdayabilecektir? Oysa Libya’da, başlangıçta, Türkiye ABD’nin Rusya’ya karşı taşeronu, proxy’si izlenimi vermiştir. Salt bu izlenimin verilmiş olması dahi çok üzücüdür. Taşeronluk yapan veya o izlenimi veren ülkelerin geçmişte hep büyük zarar gördükleri, teşebbüslerinin hüsranla sonuçlandığı bilinmektedir.
Libya’daki mevcudiyetimizin diğer bir üzücü yanı, yine tüm geleneklerimize aykırı olarak, Suriye’de terörle özdeşleştirilen grupların paralı asker olarak kullanıldığına dair duyumlardır. Bu da, benlik sarsıcı bir gelişmedir ve ne tarihimize, ne bugünümüze, ne de geleceğimize olumlu şekilde yansıtılabilir.
Libya’da harcanan bütçe meselesi de son derece önemlidir. Madem ki yurtdışına Libya ile yapılan askeri işbirliği mutabakat muhtırası TBMM’de onaylanmıştır. Yurtdışına asker gönderme tezkerelerini TBMM tasdik etmektedir. O zaman, bu kapsamda yapılan harcamaların maliyeti konusunda Meclis’e de düzenli olarak hesap verilmelidir. 2 Ocak 2020’den bu yana Libya’da Ulusal Mutabakat Hükümeti’ne verdiğimiz desteğin toplam parasal maliyeti nedir?
Suriyeli savaşçıların Türkiye üzerinden Libya’da savaşmak üzere gittiği uzun süredir iddia edilmektedir. Libya’daki ÖSO mensuplarının sosyal medyadan yaptığı öne sürülen paylaşımlar da bu iddiaları desteklemektedir.
Sayın Milli Savunma Bakanı’na sorduğum önergeye 6 Nisan 2020 tarihinde verilen yanıtta, MSB bütçesinden Suriye Milli Ordusu mensuplarına herhangi bir ödeme yapılmadığı belirtilmiştir. Aynı minvalde Sayın Dışişleri Bakanı’na yönelttiğim sorular ise yanıtsız kalmıştır.
Bu savaşçılara ödenen maaşın ötesinde, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı taahhüdünde bulunulduğuna yönelik iddialar da öne sürülmektedir. Bu tür iddialara iktidar tarafından yanıt verilmesi gerekmektedir.
TÜRKİYE, ABD İLE RUSYA ARASINDA PUSULASINI ŞAŞIRMIŞTIR
Ayrıca 15 Aralık 2019’da Resmi Gazetede yayımlanan Cumhurbaşkanlığı Kararı ile, 16 yaşından küçük ve 55 yaşından büyük Libya vatandaşlarına 90 güne kadar vize muafiyeti sağlanmıştı. Bu kapsamda kaç kişi Türkiye’ye gelmiştir, bu konuda kamuoyu aydınlatılmalıdır.
Türkiye, Libya’da hedefleriyle sahanın gerçekleri arasında sıkışmıştır. Keza ABD ile Rusya arasında pusulasını şaşırmıştır. Yanında Katar, karşısında Rusya, Mısır, Fransa ve Birleşik Arap Emirlikleri başta olmak üzere çok sayıda ülke bulunan Türkiye, açıklamamın başında da söylediğim gibi çok ciddi, büyük bir tehdit altında bulunmaktadır.
Rusya, bu tür ihtilafları işine geldiği sürece donmuş ihtilafa çevirme kabiliyetini çok iyi kullanan bir ülkedir. Rusya’yla yapılan son toplantının, az önce sözünü ettiğim toplantının sonuçları sanki böyle bir durum yaratıldığı, Türkiye’nin de buna tâbi tutulduğu izlenimi vermektedir. Eğer durum böyleyse, Türkiye’nin Libya’daki bazı unsurları ve hedefleri de adeta donacaktır ve üzerimize büyük yük binmiş olacaktır. Zaman zaman yaşanacak düşük yoğunluktaki çatışmalar da işin cabası olacaktır.
İKTİDARI, LİBYA VE İDLİB KONUSUNDA GENEL KURUL’U BİLGİLENDİRMEYE DAVET EDİYORUM
İdlib’de de durumun fevkalade kritik olduğu anlaşılmaktadır. İdlib’de ne olup bittiğine dair olarak da Meclis doğru dürüst bilgilendirilmemektedir. İktidarı bir an önce, ilgili komisyonlar vasıtasıyla ya da doğrudan, Genel Kurulu bu konularda bilgilendirmeye davet ediyorum.
Son olarak, önceki hafta yaptığım basın toplantısında dikkat çektiğim bir hususun, önümüze vahim bir şekilde çıkmış olmasından dolayı üzüntümü ifade etmek istiyorum. Hindistan’daki otoriter Modi yönetiminin ayırımcı uygulamaları, ülkedeki Müslümanlar üzerinde giderek daha hissedilir hale gelmektedir.
Önceki gün Hindistan’da, mahkeme kararıyla, 16. yüzyıldan kalma Babür Camii’nin yıkıldığı alanın Hint tapınağı inşasına tahsis edilmesine karar verilmiştir. Hindistan’daki Müslüman topluluğun üzerindeki baskı ve zulmün daha vahim sonuçlara neden olmamasını ümit ediyorum. Keza, Doğu Türkistan’da zulüm ağırlaşarak sürmektedir. Birçok gözlemci, Uygur Türklerine soykırım uygulandığını açıkça ifade etmektedir. Gerçekten de soydaşlarımıza karşı uygulamalar, soykırımın hukuki tanımı bağlamında incelenebilecek uygulamalardır.
Dış politikamızda ve dünya siyasetinde böylesine kritik gelişmeler olurken iktidarın sosyal medya üzerinde kurmaya çalıştığı baskı, bu konularda söyleyecek herhangi bir sözü, atacak bir adımı olmamasından kaynaklanmaktadır. Sosyal medya üzerinde tahakküm kurarak bu sorunlar sonlandırılmaz. İktidarı, asli ve önemli meselelerle uğraşmaya davet ediyorum.