Türkiye Cumhuriyeti’nin temelleri, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün vizyonu doğrultusunda laiklik ilkesi üzerine kurulmuştur.
Ancak bugün, özellikle Konya gibi yerlerde, bu ilkenin nasıl çarpık bir şekilde uygulandığını görmek üzücüdür. Bir yanda aşırı dindarlık kisvesi altında yaşayan insanlar, diğer yanda ise pavyonların, eğlence yerlerinin bolca bulunması, toplumsal ve ahlaki bir çelişki yaratmaktadır.
Laiklik, din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması prensibini benimser. Bu, insanların dini inançlarını özgürce yaşayabilmelerini sağlar ve devletin din işlerine karışmamasını gerektirir. Ancak görüyoruz ki, bazı kesimler bu ilkeden uzaklaşarak dinî değerleri kullanarak toplum üzerinde baskı kurmaya çalışmakta ve ikiyüzlü bir yaşam tarzını benimsemektedir.
Konya gibi şehirlerde, bir yandan aşırı dindarlık vurgulanırken, diğer yandan gece hayatının ve pavyonların bu denli yaygın olması, toplumsal bir ikiyüzlülüğün ve ahlaki çöküşün göstergesidir. Dini değerlerin arkasına saklanarak toplumu yönlendirmeye çalışanlar, kendi çıkarlarına hizmet eden bu çelişkili durumu göz ardı etmektedir.
Ek olarak, bazı karaçarşaflı bireylerin, toplumda gördükleri sevgilileri veya farklı yaşam tarzlarına sahip insanları kişisel verileri koruma kanununu (KVKK) bile hiçe sayarak kayda alıp şikayet etmeleri, hem kişisel hakların ihlaline hem de toplumsal huzurun bozulmasına yol açmaktadır. Bu kişiler, Türk Ceza Kanunu’ndan (TCK) habersiz bir şekilde hareket etmekte, hukukun üstünlüğünü ve kişisel hakları hiçe saymaktadırlar.
Atatürk’ün “Türkiye Cumhuriyeti laik bir devlettir” sözü, bize laikliğin önemini ve gerekliliğini hatırlatmaktadır. Bu ilke, toplumu ikiyüzlülükten ve çelişkiden koruyarak, insanların özgürce ve samimi bir şekilde inançlarını yaşayabilmelerine olanak tanır. Ancak görüyoruz ki, bazı bölgelerde bu ilke çarpıtılmakta ve dini değerler yalnızca birer araç olarak kullanılmaktadır.
Laiklik ilkesine sadık kalmak ve bu ilkeyi savunmak, toplumsal barış ve ahlaki bütünlük için hayati önem taşımaktadır. Konya gibi şehirlerde görülen bu çelişkili durum, laiklik ilkesinin ne kadar önemli olduğunu bir kez daha gözler önüne sermektedir. Dini değerleri samimiyetle yaşamak ve bu değerleri toplumsal bir araç olarak kullanmamak, gerçek bir inançlı bireyin sorumluluğudur.