Hatırlar mısınız hepimizin evde en azından bir kere duyduğu ya da aşina olduğu bir ‘komşunun/akrabanın çocuğu’ kavramı vardı? Duyduğumuz an devamında ne geleceğini hepimiz biliriz. Çoğunlukla annelerimizin yaptığı bu yersiz kıyas bizi ne kadar da üzerdi.
Artık çağ değişti, sosyal medyalar var. Bir komşu çocuğuna katlanamazken artık milyonlarca ‘yürüyen başarı öyküsü’ var. Her daim mutlular, her daim disiplinliler, her daim en doğrusunu yaparlar…
Fikirlere saygı duyma konusunu, hemen her konuda olduğu gibi, yanlış yorumluyoruz, fikirler şahsidir ve tartışmaya açıktır, her zaman herkesin fikrini de, saygı duyacağız diye kabul etmek veya desteklemek zorunda değiliz. Buna rağmen sosyal mecrada herkes fikrini ‘özgürce’ açıklayabilirken bir de onu ölümüne savunan bir kitle kazanıyor kısa bir sürede.
Kim bu insanlar neciler bir önemi yok da biz neden kendimize bu işkenceyi ediyoruz? Ana babamıza kızarken sosyal mecralarda yine biz kendi ellerimizle bu insanları takip ediyor, bu ‘süperinsan’ların paylaştıklarının yalnızca birer an olduğunu unutuyor, içimizde kendimizi sıkıştırıyoruz. Sevdiğimiz insanlar dahi olsa, kendimizi, onların muhteşem anları karşısında hakir görüyor, benliğimize zulmediyoruz.
Bize ne yiyeceğimizi, ne giyeceğimizi, ne izleyeceğimizi, ne okuyacağımızı, nasıl düşünüp nasıl yaşayacağımızı kendi tartışmaya açık görüşleriyle empoze etmeye çalışan bir grup insan.. Arka planda dönen inanılmaz reklam ağı, çılgınca tüketmenin zirvesini bulan bir çağ.
Tabii ki biz işin en önemli kısmı olan insanın ruh sağlığına nasıl etki ettiği ile ilgileneceğiz. En önemli etki hiç şüphesiz yetersizlik ve doyumsuzluk hissi olabilir. Sürekli bir yerlerde ‘her zaman’ en iyisi olduğunu gördüğümüz insanlar var, onların başka duyguları veya iniş çıkışları yokmuş gibi düşünüyor; onlar öyleyken ben niye böyle yaşamak zorundayım diye yetersizlik ve mutsuzluk hissine kapılıyoruz. Evin içinde ne yaşadığını bilemediğimiz süper mutlu çiftlerle birlikte depresyona sürükleyebilecek kadar ağır yalnızlık veya ben eşimle/sevgilimle niye böyle değilim sorgularıyla baş başa kalıyoruz.
Fotoğrafları, birkaç saniyelik videoları hayatın tamamıymış gibi algılıyor devamını çerçeveye dahil edemiyoruz. Bir de üzerine daha da tehlikeli bir grup olan kendi ekseninde bile kişisel olarak gelişememiş ‘kişisel gelişimciler’ grubu var. Bulduğunu olumlayanlar, şifacılar… Bu insanlar mütemadiyen bir öneri sunma peşindeler; kamyon arkası bir cümle ile direkt tav modunda yaşıyorlar. Ruhsal olarak boşlukta olan herhangi bir insanın kolaylıkla düşebileceği tuhaf öneriler… Mesela benim favorim güçlü olmakla ilgili olanlar; güçlü olmak bir zorundalıkmış gibi lanse edilir halbuki biz her zaman güçlü olmak, güçlü durmak zorunda değiliz, hepimizin ruhsal ve fiziksel acı eşiği farklıdır, insani her duygu ve durum adı üstünde insana özeldir ve yaşama zamanı geldiğinde hepsini yaşamalıdır.
Güçsüz mü hissediyorsun olabilir, bahara çıkmadan önce bütün doğa uykuya geçer ve her baharda daha da canlı uyanır. Ama fenomenlerimiz öyle mi? Onlar asla güçsüz değiller, hep sıfatları var gezen anne, uçan anne, akademik bey, okuyan birey; içerik oluşturmak için bir sıfata tutunmuş insanlar… İşte sıkıntı tam da etken ne olursa olsun potansiyel siz ile olmaya zorlandığınız ya da olmayı arzuladığınız sizin arasındaki farktan ortaya çıkıyor.
E kimse bir şey paylaşmasın mı? Herkes istediği her şeyi paylaşabilir, paylaşacaktır da kıymetli okuyucum lakin bize düşen kısım kendimize ettiğimiz zulmü fark ederek kişisel iyiliğimizi sağlamamız. Mümkün olduğunca, sosyal medyanın realitelerden uzak bir alan olduğu gerçeğini aklımızdan çıkarmayarak ve hayatımızla ilgili öneri ve yönlendirmeleri sadece işin uzmanlarından alarak kendi ruhsal ve zihinsel güvenlik duvarımızı örmemiz gerekir. Bazı zararların telafisi çok büyük ya da imkansız olabilir.
En büyük nimetin sağlık, özellikle de ruh sağlığı olduğunu unutmamak dileğiyle…