İnsanlığın savaşı “Kadına Şiddet”… Artan şer, gölgeler içinden kollarını uzatıp sisli aynalarda bulanıklaşan güzel duyguları yok etmeye başladığı o karanlık devirlerden biri yaşanmaktaydı.
Yoğun saldırılar şiddetini artırdıkça insanlığın savunma duvarları zayıflıyordu. Olanca gücüyle süren savaş kıl kadar ince bir denge üzerindeydi. Henüz hangi tarafın kazanacağı kestirilemiyordu. Bir hata, olmaması gereken bir hata her şeyi değiştirebilirdi.
Sarsıntılar oluyordu ara sıra, titreyen dağlar inliyor, ovalar çöküyor ve nehirlerden kızgın alev lavları akıyordu. Kimse neden diye soramıyordu; çünkü herkes sebebini biliyordu. Kibri; ahlakını, aidiyetini ve varlık amacını geçmiş zalim şerrin esiri olanlar kim olduğunu unutmuştu.
Karanlık, sarmaşık gibi uzattı kollarını insanlığa. Yüreklerde olan ne varsa alıp götürdü ve insan buna ses çıkarmadı. Şimdi dünya olanlarla inliyorken insan hâlâ kendini büyük görüyordu. Oysa bir karıncadan daha küçük, Yaratıcıya isyan eden şeytan kadar alçalmış olduğunu göremeyecek derecede kibrin esiriydi.
Ve bir sarsıntı daha yaşandı, yeri inletip yürekleri titreten sarsıntı herkesi etkiledi. Kimileri ayakta durmakta zorlandı. Dağlar eridikçe, kızgın nehirler her yanı yakıp küle döndürdükçe, ormanlar ağlayıp ah vah ettikçe, ovalar yarılıp yıkıldıkça karanlık yükseliyor ve her an daha fazla insanı esir ediyordu.
Soru sorulup verilecek cevap kalmayıncaya kadar devam mı edecekti, kimse bilmiyor. Oysa birileri bilmeli. Zarif, narin ve insanın yarısı, erkeğin de yarısı yani insanlığın dörtte üçü olan kadın adım attıkça. Bir nefes daha aldıkça dünyanın var olmaya devam edeceğini bilmeli… Karanlığın şerli esaretiyle aklında beliren o zalim düşlerle sarılı puslanmış fikirleri bitirmeli insan.
Kim, ne, nasıl, neden demeden olmalı… Dağlar eriyip kül olmadan, dünya inleyip içten içe çökmeden dur demeli. Zalim şerrin karanlık düşlerinden kurtulmalı, bulanık akıllara gerçeği anlatmalı!
Kadın bir adım daha attı. Günahın pençesinde, şerrin esaretindeki bir gölge koştu ardınca. “Karanlığın içinden çıkıp geldiler, kan içinde yürüyüp kimseye acımadılar.” Sis aynasında beliren anıların kimi çok eski kimi dün gibiydi. Ve her şeyden habersiz kadın bir adım daha attı.
Yüce Allah, ona anne sıfatı vermiş ve cenneti ayaklarına sermişti. O, özel ve güzel kılınmıştı. İnsanlığın duvarlarını güçlendiren tüm sır onda toplanmıştı. Kadın bir adım daha attı. Umudu, beklentisi ve kavuşma özlemi vardı. Bir aile, çocuk, mutluluk için yürüyordu. Küçük mutlulukların insanlığı kurtarabileceğini bilmeden adım adım hayallerine yürüyordu.
Şerrin esareti yüreğinde iyiye dair tek nokta bırakmamış insan, artık insanlıktan çıkmıştı. Neyi, niçin yaptığını bilmeyecek kadar nefret yüklüydü. Kararmış yüreğinde hiçbir şeye yer yok gibiydi. Niçin oradaydı, neden o demedi ve aklına düşen karanlığa yelken açtı.
Yüreğinde sevginin fısıltısını taşıyan kadın bir adım daha attı. Sokaklar onu bekleyenine götürüyor, kaldırım taşları şarkılar söylüyordu… Lakin o da ne? Lanet şerrin kokusu gelmeye başladı. Burun direklerini sızlatan koku kaldırım taşlarının yüzünü ekşitti. Sokak sustu ve şerrin yaydığı karanlık, sisli gece gibi gelip onu buldu.
Kadın bir adım daha attı. “Onlar size emanettir!” sesi yükseldi ve bir sarsıntı daha oldu. Dağların gözyaşları kızgın lav aleviyle akan nehirlere ulaştı. Alevler dinmedi çünkü deli fırtına kopmuştu bir kere. Durdurulamaz sel misali sokağa aktı. Karanlık elini kaldırdı ve gölgenin gözleri kibirli bir gülümsemeyle parladı.
Kadın bir adım daha attı. Filizden tomurcuğa, tomurcuktan Başak’a dönen yaşamı yeni ve taze hayaller kuruyordu. Bir adım daha, bir adım daha…
Karanlığın yüreği derinlerden haykırınca gölge kıpırdandı. Titrek ışıkların altında emir alanlardan Kabil, taşı alıp yumruğunu kaldırdı. Taş, Habil’in kafasını yarıp kanlar etrafa yayılırken gölge yine elini kaldırdı.
Bir sarsıntı daha oldu. Parlak ve soğuk demir sarsıntıyı duymazlıktan geldi, sanki sonsuza dek kaçabilecekmiş gibi. Nasıl kaçabilirdi ki, İlahi adaletten kaçış var mıdır? Ama o bunu bilmeyecek kadar kördü. Sokak yumdu gözlerini, kaldırım taşları feryat etti. Işıklar utandı fakat o durmadı. Bir çığlık yankılandı arşta, bir haykırış yükseldi göklere. İnsanlık, can çekişmeye başladı. Ölümün soğuk nefesi titredi. Zalim şerrin esiri durmak bilmedi. Kirli zihninde birikmiş irin ve kusmuk gittikçe arttı.
Bu hangi devirdi, cahiliye dönemi geçip gideli bin dört yüz yıl, dehşetengiz Kudüs katliamı yaşanalı dokuz yüz yıl olmuştu. Bu neyin intikamı, bu hangi davanın eri, bu kimin kölesi… Kim bunca sebepsiz bir anda böyle bir vahşete kol gerebilir?
Kadın bir adım daha attı. Ardınca yükselen gölgenin kokusu dayanılmaz durumdaydı. Ve kalkan el, savaşın kaderini etkiledi. İnsanlık adım adım kaybetmeye başladı. Bir umut, tek bir umut var ve o umuda tutunmadıkça bu savaş kazanılamayacak.
Karanlığın zafer çığlıkları insanlığın duvarlarını aşıyor, umutsuzluk kara bulut gibi çöküyordu. Lakin hiçbir şey sahipsiz ve hiçbir günah cezasız değildir. Tüm umutların yitirildiği o karanlık saatlerde her şeyi değiştiren bir ses yükseldi; “Güneş dürüldüğü zaman. Yıldızlar bulanıp söndüğü zaman. Dağlar yürütüldüğü zaman. Gebe develer salıverildiği zaman. Denizler kaynatıldığı zaman. Diri diri gömülen kız çocuğunun, hangi günahtan ötürü öldürüldüğü sorulduğu zaman!”
Karanlığı susturan gerçek kâinata haykırıldığında ruhsuzların ruhları acıyla kavrulmaya başlayacak. Ve o gün, Başak Cengiz, şehitlerle birlikte tahtından katiline bakacak. Onun yüreğini eritip kanını yakacak olan bakışlar, karşısında sönmek bilmeyen ateşle karanlığa esir olanların laneti olacak. Tövbe kapısı müstesna olmak kaydıyla Allah’ın laneti onlar üzerine olsun.
***
Kıymetli okurlarım, “Kadın” diyerek ayrım yapmak bile doğru değilken, aynı dili, aynı dini, aynı kaderi paylaştığımız birinin canına dokunmak, nedeni ne olursa olsun Allah’ın verdiği canı ondan almak benim ifade edebileceğim kadar basit bir mesele değildir. “Kadına şiddet” kelimelerin kifayetsiz kaldığı bir durumdur. İstisnalar müstesna olmak kaydıyla tüm toplumumuzda kanayan yara hâline dönüşen bu hastalığı ortadan kaldırmak yalnızca iktidardan, yasalardan beklenilemez. Ahlak, inanç, kişilik ve terbiye olmadan çözmek imkânsızdır. Anneye, ablaya, eşe saygıyı öğretemediğimiz sürece bu sınavdan başarıyla çıkmamış mümkün görünmüyor. Medeniyetin direği kadını başköşeye oturtan, el üstünde tutan atalarımızın yüzüne bakabilmek için başarmak zorundayız. Başlanmalı, çok geç olmadan bir yerden başlanmalı. Çünkü hâlâ umut var.