Öncelikle iktisat bilimi, mal ve hizmetlerin üretim, dağıtım ve tüketimini inceleyen sosyal bir bilimdir.
Mikro İktisat nedir?
İktisadın insanların nasıl karar verdiklerini ve bu kararların birbirini nasıl etkilediğini inceleyen dalıdır.
Makro iktisat nedir?
Ekonomideki genel yükseliş ve düşüşlerle ilgilenen iktisat dalıdır. Ekonomiyi dünya ve ülkeler seviyesinde inceleyen bölüm ise makro iktisattır.
Genel iktisat bilimi de, klasik ve modern iktisatçılar olarak iki dönemde incelenir. Örneğin, klasik iktisatçılar, mahreçler (her arz kendi talebini yaratır) yasasına yöneltilen eleştirilere, geliştirdikleri faiz teorisi ile yanıt vermişlerdir. Klasik iktisatçılara göre faiz, sermayenin fiyatıdır. Bu fiyat, tasarruf eden tüketimden vazgeçtiği için ödenmektedir.
Faiz oranları, tasarruf arzı ile sermaye talebinin kesişmesi sonucu oluşur. Ayrıca, faiz oranı, ekonomideki tasarruf arzı ile sermaye talebini belli bir düzeyde eşitler. Dahası, tasarruf arzı eğrisinin eğimi pozitiftir ve tasarruf arzı, faiz oranlarının artan bir fonksiyonudur. Sermaye talebi (tasarruf talebi), girişimciler tarafından talep edilir. Amaç, yatırım yapmaktır. Eğimi negatiftir ve sermaye talebi, faiz oranlarının azalan bir fonksiyonudur.
Bunlarla birlikte, klasik iktisatçılar, faiz oranlarının tasarruflarla yatırımları eşitleyen bir güce sahip olduklarına inanmaktadırlar. Klasik teori, tasarrufa giderek harcanmayan paraların, girişimcilere faiz karşılığı ödünç verilerek, girişimciler tarafından yatırım mallarına harcandığını ve bu yolla ekonomide hiçbir zaman harcama azlığı olmayacağını söylerler. Onlara göre, faiz oranları otomatik olarak, gerçekleşen tasarruflarla gerçekleşen yatırımları birbirine eşitler. Klasik iktisatçılar genelde parasal faktörlerin ekonomik olayların oluşumunu herhangi bir şekilde etkileyeceğine inanmamışlardır ve bu nedenle analizlerinde daima reel sektörü esas almışlardır.
İktisat biliminde modern iktisadın kurucusu kabul edilen Keynes ise, bu görüşe ciddi şekilde karşı çıkarak, parayı ekonomiyi örten bir örtü gibi ele almanın yanlış olduğunu ve parasal faktörlerin ekonomi üzerinde önemli etkiler yaptığını ve onların oluşmasına yön verdiğini ve parasal faktörleri dikkate almadan yapılacak analizlerin eksik ve yanlış olacağını ifade etmektedir.
Modern iktisatçılara göre; bir ekonomide mal piyasası ile para piyasası ile para piyasasında ortak bir dengeye varıldığında milli gelirin genel dengesi kurulmuş olur. Milli gelirin genel dengesi, mal piyasası ile para piyasasını birbirine bağlayan ortak bir unsur olan faiz oranları tarafından belirlenir. O halde, faiz oranları, milli gelirin reel yönüyle parasal yönünü birbirine bağlayan bir köprü görevi yapmaktadır. Bilindiği gibi bir ekonomide faiz oranlarının hangi düzeyde oluşacağı, para piyasasındaki faiz ile para talebi belirleyecektir. Bu şekilde oluşan faiz oranları, o ekonomide yatırımların ne miktarda olacağını da belirler. Bu mekanizmanın doğal sonucu olarak da denge koşulu, mal piyasası ile parasal piyasada oluşan faiz oranının birbirine eşit olmasıdır. Bu faiz oranına denge faiz oranı da demekteyiz.
Bunlardan başka, Keynes’e göre Para talebi üç güdü ile yapılmaktadır: İşlem, beklenti ve spekülasyon. Para piyasasında denge, para arzı ile para talebinin birbirine eşit olduğu noktada oluşur. Para arzı ile para talebini eşitleyen faiz oranına da denge faiz oranı denir. İşlem ve geleceği düşünme güdüsü ile talep edilen para talebi (m1) olup, gelir ve fiyatlar genel düzeyinin bir fonksiyonudur. M1 = f (Y,P). Spekülasyon güdüsü ile talep edilen para pasif veya atıl para talebini (m2) oluşturmakta ve faiz ve fiyatlar genel düzeyinin bir fonksiyonudur. M1 = f (i,P) ve Mt = f (Y,İ,P). Burada fiyatlar genel düzeyi ve gelirin kısa dönemde değişmeyeceğini kabul edersek, bir ekonomide para talebinin faiz oranına bağlı olarak değişeceği sonucuna varırız.
Para piyasalarında denge konusuna gelirsek, para arzı sabitken, gelir düzeyi yükseldikçe para piyasasındaki dengenin daha yüksek bir faiz oranında oluştuğunu görürüz. Yani, para arzını sabit kabul ettiğimize göre, kişi ve kurumların aktif para taleplerinin artışı ancak spekülasyon güdüsü ile elde tutulan ve atıl para talebi dediğimiz paranın azalışı ile mümkün olacaktır.
Spekülasyon güdüsü ile elinde para bulunduranlara bu paradan vazgeçmeleri karşılığında bedel yani, faiz ödenmesi gerekir. Denge gelir düzeyinin para talebini belirlediğini ve bu talep para arzı ile birlikte faiz oranlarını oluşturduğuna göre, faiz oranları ile denge gelirleri arasında bir ilişki vardır. İşte bu konuda LM eğrisi ile isimlendirilen bir şema/grafik ile açıklanmaktadır. Bu nedenle, LM eğrisini farklı gelir düzeylerinde para arzı ile para talebinin birbirine eşit olduğu noktaların geometrik yeri olarak tanımlayabiliriz.
Faiz oranlarının düşük olduğu noktalarda LM eğrisi yatık bir şekilde seyretmektedir. Bunun sebebi düşük faiz oranlarında işlem güdüsü ile daha az para talep edilince paralar atıl para depolarında birikecektir. Atıl para miktarının artması ise faiz oranlarını düşürecektir. Bu durum düşük gelir düzeyleri için söz konusudur. Yüksek gelir düzeylerinde ise LM eğrisinin dik bir şekilde seyrettiğini görüyoruz.
Yüksek gelir düzeylerinde işlem güdüsü ile atıl para depolarından daha çok para talep edilecektir. Bu ise faiz oranlarının yükselmesine yol açacak ve gelir düzeyleri yükseldikçe bu eğilim devam edecektir. Nihayet belli bir gelir düzeyinden sonra, geliri daha fazla arttırmak mümkün olmayacaktır. Çünkü faiz oranları o kadar yükselecektir ki, tasarruf üst seviyede gerçekleşeceğine göre yatırımlar azalacak, dolayısıyla gelir artışı da duracak veya azalacak, bu da LM eğrisini etkileyecektir.
Mal piyasasında denge ise; Bir ekonomide yatırımların hangi düzeyde gerçekleşeceğini belirleyen en önemli faktörün sermayenin marjinal etkinliği sabitken, cari faiz oranı (i) olduğundan bahsetmiştik. Girişimci (i) ile (r) yi karşılaştırarak karar verir. Sermayenin marjinal etkinliği (r) sabitken faiz oranının düşmesi yatırımın karlılığını yükseltecektir. Bu ise, daha fazla yatırım yapılarak tasarruf (S)=I (yatırım) eşitliğinin daha yüksek bir gelir düzeyinde oluşmasını sağlarr. O halde ekonomide gerçekleştirilen yatırımın miktarı faizin bir fonksiyonudur. Bu açıklamalar sonucunda mal piyasasındaki dengenin, ya da daha teknik bir deyimle milli gelirin reel dengesinin, gelir ve faizin bir fonksiyonu olduğu söylenebilir.
Son olarak, bir ekonomide faiz oranı % 7”den % 5”e düştüğü zaman tasarruf 30 Milyar dolardan, 50 Milyar dolara yükselecek ve bunlar da yatırıma gideceği için milli gelir 200 milyar dolardan, 220 Milyar dolara çıkacaktır. Demek ki, bir ekonomide faiz oranı düştükçe tasarruf = yatırım eşitliği daha yüksek bir denge gelir düzeyinde oluşur. Çünkü faiz oranı düştükçe, diğer koşullar sabitken yatırımlar artacak, bunun üzerine yukarı kayan yatırım eğrisi, tasarruf eğrisini daha yüksek bir düzeyde keserek denge gelirini arttıracaktır. Bunun aksi de geçerlidir.
Yani faiz oranı yükseldikçe yatırım = tasarruf eşitliği daha düşük bir denge gelirinde oluşur. Tüm bu açıklamalar da, bir ekonomide faiz oranı ile denge geliri arasında bir ilişki olduğunu ortaya koymaktadır. Bu ilişkide IS (yatırım ve tasarruf) eğrisi yardımıyla açıklanır. IS eğrisi ise, farklı gelir düzeylerinde tasarruflarla yatırımların hangi faiz oranlarında birbirine eşit olacağını gösteren noktaların geometrik yeridir. Genel olarak, iktisat biliminin ne olduğunu ve klasik ve modern iktisatçılar arasındaki farkları umarım açıklayabilmişimdir.