Hayat bu, bazen en dipte bazen zirvede. Onu yaşanmaya değer yapan da bu. Hayat yüreğinde gizli tüm çizgileriyle.
Herkes herkesin mükemmel olmasını bekliyor. Hatasız, kusursuz. Mükemmellik, kusursuzluk nedir? Kendi belirledikleri standartlara uydurmaya çalışıyorlar.
Kim? Kimi?! Örnek verecek olursak eğitim sistemimiz. Rengarenk neşeli hayal gücüne sahip çocuklar, hayattan soğumuş yaşamanın nefes almak ve yemek yemekten ibaret olduğunu düşünen insanlara emanet ediliyor. (Böyle olmayan şanslı bir kesim de var tabii ki.) Eğer çocuk kusursuz ise sevilip değer görüyor. Kusursuzdan kastım önceki yıllardan itibaren öğretilip akla kazınmaya çalışılmış şeyler.
Tek bir düzenli ölçüdeki müziği seven. Sürekli klasiklerden okuyan. Karnede tüm notları “5”. Sokakta sessiz ve dimdik düz bir tempoda yürüyen. Hiç yara almamış, hep bir fanusun içinde tutulmuş. Ne bedenen ne ruhen. Ama yara almadan insan nasıl büyür. Yaraları olmadan, başkasının yarasını hissetmeden. Kanamadan, hiç bir kanı durdurmaya çalışmadan nasıl hissedebilir. Sevgiyi, aşkı, acıyı hissetmeden nasıl canlı kalınır, insan kalınır.
İnsan insanı yarasından tanırmış. Canını tamamlayanı nasıl bulacak. Ya da yaşamanın nefes almaktan sürekli aynı günleri hiçbir tutkuya sahip olmadan geçirmekten ibaret sanan yöneticilere insan emanet ediliyor. Karar verme yetkisi veriliyor. Sonra da eğer ekmek yiyorsan yaşıyorsun diyor. Ama bu değil. Yaşamı zor yerlerde aramaya da gerek yok.
Ama ben 16 sene dirsek çürüttükten sonra istediğim zaman dışarıya çıkacak ekonomik özgürlüğe, bir eve, bir arabaya sahip olmalıyım. Bana bunlar sanki lüksmüş gibi davranılmamalı. İnsanca yaşamak, güzel yaşamak için illa büyük bir mevkie sahip olmamam gerek. Ya da azıcık azaltacak olursak, yoldaki kediyi selamlamayan. Tanıdık bir şarkı duyduğunda eşlik edecek ne hali ne ruhu ne de hevesi kalmış insanlar olmamalı. Okyanus ürkütücü evet kocaman. Ne olduğu belli değil içinde. Ama bir kez olsun bırakıp şu duvarların gerisinde rüzgarı hissetmeli.
Yıldızlar güzel onlardan teki olmadan seyretmeli geceler boyu, hayaller kurulmalı. Bu düzen dedikleri tek ölçü öldürüyor beni. Sanki her gün garantiymiş gibi erteledikçe erteliyoruz. Her şeyi. Sevinçleri, umutları, hatta acıyı bile. Biriktirdikçe içeride sıkışıp kalır zehirler insanı. Şu sınav geçsin şunu yapacağım. Finalleri vereyim konsere sonra gideriz. Neyden ne çalınıyor. Hayattan hayat. Nefes alıyorsan ve karnın doyuyorsa en şanslı sensin. Elindekilerin kıymetini bil fazlasına gerek yok. Değil! Hayattaki belki en büyük korkum yaşamadan ölmek, sıradan. Kimsenin yüreğine dokunamadan.
Erteleme şimdi yap. Boz düzeni! Yoldan geçerken kuşları böcekleri sev. Okyanuslarca sev. Yağmurda yürü. Bırak şu şemsiyeyi. Yolun sonuna ulaşacağım derken yolun kendi güzelliklerini kaçırtıyorlar sana, bana, bize. İzin verme. Rüzgarı içine çek pencereden giren. Hayatın anahtarının düz bir çizgide saklı olduğuna inanma. Hayat bu, bazen en dipte bazen zirvede. Onu yaşanmaya değer yapan da bu. Hayat yüreğinde gizli tüm çizgileriyle.
Okurken diyorsunuz içinizden. Çok da kolaydı sanki. Evet değil, bu şartlarda değil. Bu zorluğa inat iyi kalmak işte, bazen de yaşamak. Ben de sanki becerebiliyormuş gibi yazıyorum. Ama düşe kalka en sonunda öğrenir, yaşamı engelleyip kendimizi çöp gibi hissettiren herkesi kalbinizden, aklınızdan çöpe atmayı öğreniriz. Bu sessiz fısıltılar bir gün belki çığlıklar olur. Gökyüzü güzel, arada bilinçli şekilde nefes alarak bulutlardan şekiller çıkarın