Haksız mıyım, mutsuz mu? Evet, bu hafta bahisleri açıyorum. Mutluluk ne kadar kişisel ise haklılık o derece kamusal bir kavram olarak karşımıza çıkar.
Haklı mıyız, mutlu mu?
Geçenlerde bir arkadaşım bana bu soruyu sorduğunda sanki ikisinden birini seçmekle yükümlü olduğumu sanmıştım. Mutluluğu seçince diğer seçeneğin sonsuza kadar hanemden geri geri çekileceğini düşünmüştüm. Ya da haklı olmayı seçersem, mutsuz bir haklı olarak yaşamak zorunda kalacakmış gibi. Şimdi tekrar düşünüyorum da; hem haklı hem mutlu olmak istiyorum galiba… Ama bunun bana yükleyeceği manevi yükün fakında olarak da korkmuyor değilim.
Rekabete dayalı tüm ikili ilişkilerimizi, çoğunlukla çift kale maç yapar gibi yaşadığımızdan bu ikilemeye düşüyoruz. Bunu sadece evlilik içi, karşı cins ile münasebet çerçevesinde değerlendirmeden konuyu açmak en iyisi. Nitekim annesinin on gün boyunca öğüt verdiği her şeye “haklısın anne” diyen birinin kazandığı zafer gibi, iş veren ile çalışanı arasındaki gibi, ikili ilişkilerin hepsinde haklılık ve mutluluk savaşlarının olduğunu gözlemliyoruz.
Rekabete dayalı olmayan ilişkilerde ise karşı tarafın mutlu olması beklendiği için haklılığın paylaşılmasına gerek olmuyor.
Mutluluk ne kadar kişisel ise haklılık o derece kamusal bir kavram olarak karşımıza çıkar. Mutluluk, hayattan beklentiler ile değişirken, haklılık ise karşısındaki kişiye bağlı kalır. Karşısındaki kişi haksızlığı hissetmeye başladığında ise dengeler değişmeye başlar.
Bu durumda kişinin kendi kalıplarının dışına çıkarak “haklılık” ve “mutluluk” kavramlarını yeniden tanımlamak da gerekebilir. Kim neyi mutluluk olarak görüyor ve kişinin haklılığı konusuna göre nerede başlıyor ona bakmak, konu bazında irdelemek gerekiyor.
Peki hem haklı hem mutlu olduğumuzda ne oluyor? İşte kendimizi en zirvede hissettiğimiz o an…
Karşımızdakini haksız çıkarmanın zafer coşkusu insanı geçici bir mutluluğa sevk eder ve bir balon gibi söner. Bunu bile bile, haklı olmak neden o anda mutlu eder bizi? Oysa haklı olmak için sahip olduğumuz gücümüz, imkanlarımız, aklımız, anlayışımız ile kanıtlayınca muhatabımızın kalbindeki titremeden gök ehlinin rahatsız olduğunu bilebilsek mutlu olur muyduk?
Nasıl yaban çelişkiler; insanı iç hesaplaşmalara, anılara, eski defterlerin açılmasına sebep oluyor değil mi? İnsan haklı olduğunda kaybolan mutluluklarını görünce bir sayfa açıp bu savaşları kalem kalem yazmak istiyor. Sonra ister istemez kendisine soruyor, neden birini seçmek zorunda kalıyorum?
Çünkü insan kolayı sever ve egosunu beslemekten hoşnut olur. Dünya’nın en haklısı olup aynı zamanda en mutlusu olmak ister. Ama ikisinin aynı andan gelmesi adalet terazisi dışında pek mümkün olmaz. Gerçek adalet ise her zaman yerini bulmaz.
Dolayısıyla şu bir gerçek ki; haklılık savaşları da kimseye mutluluk getirmiyor.
Bu yüzden tekrar düşünmeden edemiyorum. İkisi birden olma ihtimali çok çok az olduğundan; haklı mı olmalıyım, mutlu mu?
Düşünüyorum…
Sanırım ben haklı olma, mutlu ol kısmında dans etmek istiyorum. Her davadan haklı çıkmanın peşinde koşmak ve bu uğurda kendimi ve sevdiklerimi yıpratmak istemiyorum. Her şeyle mücadele etmeden mutlu olmak istiyorum. Haklı olma savaşlarımı kenara sakince koyarak, koluma mutlu olmayı takıp yürümek istiyorum.
Haksız mıyım?
Sevgilerimle…