Ey kadın hükümdar!.. Yırtık döşeğimin yanı başındaki penceremin kenarına iki fincan demli çay bıraktım. Bir tanesi senin gönderdiğin serçelerin yudumlaması için.
Diğer bir tanesi ise, kuruyan damağıma neşe oluversin! Ey sevgili, hangi ara kaçıverdin? Ezberimde zor tutabildiğim o kutlu dizeleri tam da senin kulağına fısıldamak üzereyken… Büyük şairlerden hasetle çalmıştım o güzel mısraları oysa ki…
Kitaplarını heceleyerek okuduğum sarı sayfalı ve ümitlerini sokaklarda arayan şiirlerin en görkemli kelimelerini pekala aklıma yazmıştım. Saadete ramak kaldığını düşünürken, güzel sevgili nerelerde ıslık çalıyorsun şimdi?
Saat ikiyi çeyrek geçti biraz önce. Pencerem halen daha açık. Penceremi ziyaret eden bir serçe dahi yok ey muhterem sevgili! Sen buradayken uçuşan serçeler birer rüya mıydı yoksa? Aynı hayale kurumuş dudaklarının masumiyeti de dahildi… Ve sırça köşkü anımsatan saçlarının dağınıklığı…
Ey pembe şalvarıyla hayalini kurduğum sevgili!.. Bozkırın fakirliğinden çıkan bir ümit ışığı. Göz bebeklerinin büyümesi bana olan kızgınlığını değil, kalbinin çırpınış namelerini anlatırdı sanki.
Yırtık döşeğime misafir olsaydın ya hani! Dudaklarının hangi haramzadeden miras kaldığını düşleseydim damarlarımda yolculuk eden ve dalgalanan kanımla… Tüm kudretli heyecanımla, şiddetle ve öfkeyle… Oysa ki; kalbimi sahiplenebilesin diye süslemiştim, doğum günlerini heyecanla kutlayan bir yaşındaki koca yürekli çocukların babaları gibi…
Sana armağan edeceğim soluk alış tonumla fısıldayabildiğim aşk mısralarını… Sana doğru turna olacağım, kanatlarım haramzadelerin kahpe rüzgarıyla yarenlik ettiğinde… Ve çırpınan tenine tekrar kez konuk olacağım şuurum fakirliğe terfi edebildiğinde!
Ey muhterem sevgili!.. Kalbime konuk bir kadın hükümdar…
Seher vaktine kavuştu gayri gecenin karanlığı…
Helali oldu bu karanlıklar sabah seherimin…
Ve her ağaçta var olan bahtiyar gönlüm!
Kuşta, çiçekte ve gönlüne seyahat eden düşlediğim serçelerde…
Ve yine de bahtiyardı haramzadelerin ıslattığı o meşhur dudaklarında!