İlk üç yazımda olduğu gibi, kalkınmamız ve ekonomik büyümemiz için yapılması gerekenlere devam edelim.
Öncelikle Türkiye fırsat eşitsizliğini gidermek için gereksiz ve aşırı biçimde iki üç bölgeye sanayi yoğunlaşmasına sebep olan politikalardan vazgeçmelidir.
GSMH ile GSHG (Gayri Safi Harcanabilir Gelir) arasındaki fark her geçen yıl artmaktadır. Bunun nedeni ise sürekli borçlanan ekonomimizin, dış piyasalara faiz ve kar transferinin yüksekliğidir. Bu durumda cari açığı artırmaktadır. Var olan olumsuzlukları azaltmak için borçlanmalar daha çok TL üzerinden ve iç piyasalara yönelik tahvil ve bono arzları yoluyla gerçekleştirilmelidir.
AB’nin STA (Serbest Ticaret Anlaşması) yaptığı ülkelerle yapılan anlaşmaların eşzamanlı olarak Türkiye’yi de kapsaması (AB bir ülke ile STA yaptığında, bizim o ülke ile STA’mız yoksa, biz o ülkeye ihracat yaparken AB’ye tam üyeliğimiz olmadığı için, üçüncü ülke muamelesiyle gümrük ödemek zorunda kalıyoruz.
Biz gümrük vergilerimizi indirir ya da sıfırlarken, sözkonusu ülke bize AB’ye karşı yaptığı gümrük indirimlerini uygulamıyor ve üçüncü ülkelere uyguladığı tarifeye tabi tutuyor.) Bu durumu kesin değiştirmeliyiz. Ya da AB ile STA yapan ülkelere telafi edici gümrük uygulamasına imkan tanıyarak hiç değilse iç piyasada rekabeti bozan uygulamalara son verilmelidir.
Ülkeler bilgi teknolojilerine kattıkları veya mühendislik alanlarında ki hassas üretim teknikleri ve buluşlarıyla zenginleşirler. Bunlarda pozitif bilimlere yönelik eğitim ile olur. Bir de demokrasiyi, liberal düşünceyi ve laik ve bilimsel eğitimi önceleyerek.
Dahası bireyin refahı, serbest girişimciliği ve şirketlere uygun yatırım iklimi ve istikrarlı bir ekonomi ile kalkınabiliriz. Nanoteknoloji, biyoteknoleji, ileri tıp ve kök hücre çalışmaları ile ar&geye milli gelirden daha fazla pay aktarımı, ihracat odaklı büyüme, verimlilik, üniversite&sanayi işbirliği, inovasyon teknolojileri v.b pek çok alanda da yeni bir bakış açısına ihtiyacımız bulunmaktadır. Peki bunlar nelerdir?
Mesela dış ticaretimizi, GSYİH’nın % 70’i seviyelerine nasıl getirebiliriz? Ölçek ekonomileri ile maliyetleri en aza indirmeyi nasıl başarabiliriz? Uzmanlaşmış işgücü ve verimlilik ile birlikte nasıl ucuza üretip fiyat avantajı yakalayabiliriz? Yeni buluşlar içeren en fazla patenti alma veya referans gösteriminde en fazla bilimsel makaleleri hazırlayan bir ülke konumuna nasıl gelebiliriz? E-ticaret, markalaşma, ihracat pazarlarımızı bölgesel ve sektörel olarak iki katına çıkarmak için neler yapmalıyız?
Dünyanın önde gelen MNC’ lerinin (çok uluslu firmalar) imalat üslerini veya ar&ge ünitelerini ülkemize nasıl getirtebiliriz? Bu konularda özellikle pozitif bilimlerde çalışacak üniversite eğitimi almış diğer batılı ülkelere göre daha az ücretle çalışacak gençleri nasıl yetiştirebiliriz? Bütün bunları çok iyi analiz etmeliyiz. Böylece teknoloji yoğun ihracat ürünlerine sahip bir ülke konumuna gelebiliriz. Ayrıca;
- Fen&mühendislik&bilişim konularında eğitilmiş gençlerin sayısını artırma
- Yurtdışına master&doktora seviyesinde bu alanlarda 20 bin öğrenci gönderebilme
- Ülkenin eğitilmiş ara eleman ve teknik eleman ihtiyacını planlı olarak belirleme
- Yabancı ülkelerdeki teknoloji firmalarını satın alma ve onların teknolojik birikimlerine sahip olabilme
- Doğrudan yabancı sermaye yatırımlarını çekebilme
– Yenilenebilir enerji ve temiz teknoloji kullanım oranlarını ilerletip enerji de dışa bağımlılığı azaltma (enerji fiyatları iki katına çıkabilir diye önlem almalıyız)
- Ülke içi tasarrufların % 60’lara çıkarıp, reel sektöre ucuza finansman sağlayabilmeliyiz.
Kısaca teknolojik birikime dayalı modern üretim teknikleri, gelişmiş ulaşım ve iletişim altyapıları, vergi&mali teşvikler, eğitimli, disiplinli, verimli ve sendikalı işgücü üzerinde durmalıyız.
Bunları da offshoring dediğimiz uygulama ile yapmalıyız. Yani yabancı bir firmanın kendi ülkesi yerine başka bir ülkeye gelip üretimi orada (ortak da olabilir) gerçekleştirme işlemi.
Peki neden gelsin böyle bir firma ya da bizi neden tercih etsin? Üretimden sevkiyata toplam maliyetlerde % 50’ye varan avantajı görürse ancak gelir. Outsourcing ise hizmetle ilgili faaliyetleri bir başka ülkede o ülkenin insanlarına yaptırma işlemine deniyor. Bu alandaki en iyi örnekte Hindistan’dır. Yıllık 100 milyar doların üzerinde bir gelirleri bulunmaktadır. Tabi burada da ana soru aynı….. Neden bize gelsinler? Bunun içinde;
- Çok iyi düzeyde yabancı dilde eğitim
- Bilişim, iletişim (kısaca IT sektöründe) gelişmiş iyi kalitede işgücü (özellikle call-center, data analizi, yazılım, müşteri ilişkileri, VOİP çözümleri, medikal raporlama, insan kaynakları, mali danışmanlık hizmetleri v.b)
- ABD ve Avrupa ülkelerine uygun olarak saat farkını gözeterek bir çalışma sistematiği geliştirmeliyiz.
Bütün bunlar içinde ciddi bir vizyon, planlama ve birikim şart. Yani rekabet gücümüzü nasıl kazanacağımız ve ileriye dönük farklı atılım yollarını nasıl bulacağımız çok önemli. Yüksek bilgi teknolojileri içeren, gelişmiş yerli know-how’a sahip, katma değeri yüksek ihracata dayalı yeni nesil kalkınma stratejileri uygulayacağız. Zaten ara malı ihracatımız artıyor (% 53) yani uluslararası fason üretim (outsourcing) olayına iyice adapte oluyoruz. Bu alanda başarılı olmak için de bizim:
- AB’nin tam zamanında teslim (JIT-Just in Tıme) özellikli üretim merkezi rolünü üstlenmek
- Tüm gelişmiş ülkeler için yeni nesil tedarikçi ülke haline gelmemiz gerekmektedir.
Bundan sonraki sanayileşme stratejimiz outsourcing ve offshoring üzerine kurulmalıdır. Tabiki mevcut üstün olduğumuz sektörlere tarıma dayalı sanayine, ev elektroniği, otomotiv, tekstil, madencilik, makine, turizm vb alanlarda da iyi olmalıyız. Ancak yeni istihdam alanları yaratma, ihracat ve hizmet sektöründe çeşitlilik, inovasyon ekonomisine geçiş için eğitim sistemimizi yeniden dizayn etmeli ve kalkınma anlayışımızı da değiştirmeliyiz.
Mevcut gelir ve kurumlar vergisi uygulamalarının, milli gelir kayıpları cinsinden maliyetleri olduğu dikkate alınarak, tarifelerin düzleştirilmesi ve matrahlarının gelirden tüketime kaydırılması hedef alınmalıdır. Çünkü kalkınan bir ülkede tasarrufları da içeren gelirin, matrah olarak seçimi doğru değildir. Zira gelirin matrah seçilmesi halinde, tasarruflar çifte vergilendirilmiş olmakta ve kalkınmayı engellemektedir. Vergi yasaları kısa, öz, basit, ortalama vergi mükellefi tarafından anlaşılabilir ve ödenebilir hale getirilmelidir.
Geri kalmış tüm bölgelerin kalkınması için devletin, risk almayan özel sektör karşısında, kalkınmayı sağlayıncaya kadar her türlü yatırımı yapmayı özendirmesi ve işletmesini bir zorunluluk olarak görmelidir. Kalkınmasını tamamlamış ve sermaye birikimi olan bölgelerde ise, stratejik önemi olmayan işletmelerin özel sektöre devredilmesi, bunun özendirilmesi, ülkemizdeki girişim ruhunun gelişmesini sağlaması bakımından vazgeçilmezdir.
Bunun adına karma ekonomi diyoruz. Ama bu bir doktrin değildir. Durağan bir yapı değildir. Değişmeyen şey ülkemizin ekonomik çıkarlarının nerede olduğunu çok iyi anlamaktır. İleri teknoloji üreten ve ürettikleri mal ve hizmet itibarıyla toplumsal refahın artmasını sağlayan kuruluşların özelleştirilmemesine özen gösterilmeli veya kamu kontrolü muhafaza edilmelidir.
Toplumu kemiren ve yoksulluğun nedeni olan yolsuzluğun ortadan kaldırılması için önce toplumun bilinçlendirilmesi, sonra da zaman geçirmeden yapılacak yargılamalara gereksinim vardır. Bu konuda siyasilere ve memurlara ilişkin tüm dokunulmazlıklar mutlaka kaldırılmalıdır. Yolsuzlukların saptanması ile verilmesi öngörülen cezalar ağırlaştırılmalı, cezaların caydırıcı nitelikte olmasına ve titizlikle uygulanmasına özen gösterilmelidir.
Türkiye genelinde 10 yeni sanayi kenti kurulmalıdır. Marmara Bölgesi toplam sanayinin % 65’ e sahiptir. İstanbul tek başına 55 ilden daha fazla vergi vermektedir. İstanbul’daki yaşam şartları gün geçtikçe ağırlaşmaktadır. Ayrıca, İ.B.B’sinin sadece günlük altyapı ve ulaşım v.b sorunlarının aksamadan sürdürmesi için harcadığı para yılda 11 milyar dolar civarındadır. Türkiye tek merkezli ve rant yaratan sanayi yapılaşmasından süratle uzaklaşmalıdır.
Diğer yandan, önümüzdeki 10 yıl içinde büyük bir deprem beklenen İstanbul ilimiz, nüfus ve kentleşme bakımından rahatlatılmalıdır. Bu itibarla bu 10 sanayi kentinin bir tanesi Bilecik-Bozüyük’de olmalıdır Diğeri yapılacak bir boğaz köprüsü ile yeni cazibe bölgesi haline gelecek Çanakkale, diğeri bölge ulaşımında ve sanayileşmesinde ihmal edilen Kütahya, diğeri Uşak-Çandarlı; Adana için Misis bölgesinde, Kırşehir, Van, Ordu, Batman ve Erzincan’da olmalıdır. Ayrıca, 5 adette tarım kenti olarak kurulmalıdır. (Şebinkarahisar/Giresun, Sivas, Iğdır, Diyarbakır, Burdur.)
Ülkemizin planlı kalkınması için, kendi kaynakları ile üretmesi, işsizliği yenmesi ve gerçek bir sanayileşme sürecine (teknolojiyi kullanan, ar&ge’ye kaynak ayıran, katma değer üretebilen, bilgi altyapısı ülke gerçeklerine göre hazırlanmış) girmesi gerekmektedir. Tabii kayıtdışı ekonomiyi (faturasız satışlar, kayıtdışı üretim, kayıtdışı istihdam, alınmayan KDV fişleri ve faturalar, hayali ihracat, kaçakçılık v.b) en aza indirerek sanayileşmeyi başarmamız gerekmektedir. Bu maksatla, işletmelerin, genel olarak (sektörel ve kurumsal) verimlilik ve maliyet yapılarının analizlerine, e-ticarete yönelmelerine, yurtiçi ve yurtdışı yeni pazarlar bulmak amacıyla pazarlama&satış hususlarında da kendilerini eğitmelerine ve kamu ile özel kesim tarafından da desteklenmeleri gerekmektedir.
Bir diğeri ihracat odaklı bir yapılanma getirilmelidir. Burada da sanayinin kullandığı elektrik, gaz, finansman kredileri, SSK primlerinin işverene maliyeti ve çeşitli vergilerde (başta gümrük, gelir ve kurumlar vergisi olmak üzere) desteklenmelerini sağlamalıyız. Ayrıca işletmenin her aşamasında ve ürün satışındaki desteklemelerde de diğer ülkelerle rekabet halinde olduğumuz sektörlerde süratle iyileştirmeler yapmalıyız. Çünkü dış pazarda yer kapmak ve onu sürekli hale getirmek çok zordur ve Türkiye’nin asıl ihracat gelirlerinin artışına ihtiyacı bulunmaktadır.
Bir başkası ihracata yönelik bazı sektörlerde özelliklede ithalata dayalı ürün kullanmayan ara mallar üreten kobilerin ürünlerine, KDV indirimi uygulanmalıdır. Böylece, ithalat daraltılabilecek ve faturalı mal arzı talebi artırabilecektir. Yine ihracat ağırlıklı sektörlerde devlet navlun, gümrükleme ve ulaşımda avantajlar sağlayacak ve bu alanda hizmet veren özel firmalara da (KDV indirimi, ucuz mazot gibi) kolaylıklar sağlanmalıdır. Kalkınmayı illerin ihtiyaçlarına göre ve az gelişmiş bölgelere öncelik vererek gerçekleştirmeliyiz. Ama tam tersi olmaktadır. (Örneğin, kalkınma da öncelikle iller için bir teşvik yasası çıkarıldığı zaman iktidar partisi vekillerin müdahalesiyle hemen sulandırılıp tam 52 il birden teşvik kapsamına alınmıştır.) Devam edecek…