Kendi öz-benliğimizi yaratamadan kaç kişinin inanç, görüş ve hatta kararlarıyla yaşıyoruz? Varlığımızı mülk edinmiş, “El alem ne der?” kaygısı taşıyan ebeveynlerimizin mi? Her bireyi aynı kalıba sokup bütünü oluşturan toplumun mu? Yoksa “Bizden olmayan haindir!” felsefesiyle yaşayan ve diğer bütün doğrulara gözlerini ve kulaklarını kapatan büyük! koltukların, karar ve dünya görüşünü mü yaşıyoruz?
“Neden başın açık, neden başın kapalı?
Neden onu giydin, neden oraya gittin?
Neden onunla görüştün, neden o saatte oradaydın?
Neden kahkaha attın, neden ağladın…?” sürüp gider böyle.
Toplumun %50’sini oluşturan kadınların görünüş, davranış ve söylemlerinin bu denli merkeze alınması ve kontrol altında tutulma isteğinin arkasında ne yatıyor?
Cevap: Üstünlük ve güç savaşı.
Tarih boyunca insanlar arasında yaşanan sürecin, itaat eden ve itaat edilen hiyerarşik düzene evrilmesi toplumun geneline yansımış ve kanıksanmış bir olgudur. Bu olgu fil hikayesindeki gibi ‘Öğrenilmiş Çaresizlik’ sendromu dayatılarak, kadının daha çok itaat eden kimliğine bürünmesine neden olup; aile içerisinde gelişemeyen öz değer algısı ve özgüveni, çevresel faktörlerin etkisiyle de perçinlenerek kalıcı bir yapıya dönüşmüştür. Kalıtsal olarak da nesillere aktarılan endişe, korku, stres bozukluklarının temelini de bu yapı oluşturur.
Konuyu çok dağıtmadan devam ediyorum:
Peki kadının yeniden inşasında hem fiziksel hem de ruhsal anlamda sağlıklı bireyler yetiştirmek bu kadar zor mu? Burada annelere çok iş düşüyor.
Ne yazık ki toplum algısında çocuğun bakım ve ilk eğitim sorumluluğu, sadece anneye yüklenmiştir. Öyleyse annelerin yapması gereken şey, “Erkek evlat doğurdum. Kocamın başını dik tuttum.” zihniyetinden sıyrılıp, kız ve erkek çocuklarına eşit seviyede yaklaşmasıdır. Cinsiyet eşitliği benimsenerek, çocuklarda farkındalık yaratmak yegâne ödev olmalıdır. Örnek olarak ev içinde veya dışında yapılacak işlerde, her iki çocuğun da sorumluluk almaları sağlanmalı, yardımlaşma ve dayanışma içgüdüsü ortaya çıkarılmalıdır.
İş yalnızca annelerin çabalarıyla biter mi?
Hayır.
Geleneklerine bağlı toplumlarda daha çok karşılaştığımız örselenmiş kadın bireyler ve kız çocukları için atılacak adımlardan bir diğeri, devlet yapılanmasında ilgili kurumların, kadın ve çocuk hakları gözetilerek, gelenek içerisindeki bireye zarar veren bozuk yapıların tespit edilip kalıcı olarak önlenmesi, çocuk ve kadınların güvenliğinin sağlanmasıdır. Medya ve basın organlarında, sözlü ve yazılı iletişimin cinsiyetçi ve ayrımcı dil ifadelerini ortadan kaldırmalı, dünya nüfusunun %50’sini oluşturan kadın ve kız çocuklarının hayata katılımı noktasında, sosyal ve ekonomik anlamda devlet kurumları tarafından desteklenmelidir. Bununla birlikte daha sağlıklı bireyler, daha sağlıklı topluma eşitlenecektir.
Unutmayın ki; ahlaksız ve suça meyilli toplumlar, ahlaklı toplum yaratma çabasındaki yanlış temsillerden meydana gelir.
Aynı göğün altında aynı toprağa basıyoruz. Birlikte eşit bir yaşam mümkün.