Kusursuzluğunu unuttuğun her şeyde bir çatlak vardır. Ne yolunda gidiyorsa, kim seni koşulsuz seviyorsa…
Belki de bu uyuduğumuz tatlı bir rüyadır. Bizlerin içindeki masumluk her şeye öylesine çabuk kanmaktadır ki, olan bitenden hemen sonra, ellerini üzerimize silip kenara çekilir. Üstümüze bulaşan kirle kalırız. Yalan ağzımıza öylesine yuva yapmıştır ki bütün doğrular ardında kalır o dağın. Kurunun yanında yanan yaş misali, bizlerde yanarız.
Masumiyetimizin gölgesinden etkilenen bencil kalpler, bu saf beyazlık sayesinde, pis yüreklerinin kirlerini temizleyebilecekleri düşüncesiyle yanıp tutuşmaktadırlar. Peki biz yaşlar ne olur? Küllerimizi alıp kenara çekiliriz. Rüzgarı, içimizdeki koru ateşe dönüştürecek olan o yeli bekleriz. Kuruları yakma tecellisi bize geçer.
Kanına karışan zehirden kaçamazsın, gerçekleşmeyen her ihtimal için ”keşke” demeye mahkumsun. Pişmanlıkların Azrail misali, boynunu sıkmak için başucunda bekliyor. Seni buna ne inandırdı ki Ademoğlu? Koşulsuz, sadakatli bir sevginin, sevgilinin varlığına, seni hangi tohum tanesi inandırdı? Kendi varlığından bile emin olamazken, kendinden, yaratıcından daha çok severek şirk koştuğun bu aciz bedenin, senin olabileceğine nasıl inanabildin? Yüreklerimize ”Aşk Sadece Tanrı’ya Hilafettir” tohumları ekilmişken, hiç ettiğin yasaklar bir sille gibi çarparken topraktan yüzüne, nasıl emin olabildin?
Boynumuzdaki bir diğer pranga da yalanımız. Sana adanmış bir ruhu, eşsiz bedeni, kokusunu dahi bilmediğin yabancı bir et parçasına değişmek!!! Yaratıcının yüzünü böylesine yere eğmek mi? Sana cennet şarabı içmek haramdır o evvel. Nasıl da her şeyi olabileceğimizi düşündürdüler. Ama biz bir kul bile olmayı becerememekteydik. Başka bir yüreğin içinde bahşedilirken adın, nasıl da yok sayarlardı bu bedenin ateşini. O isim yüreğinde yatarken, öptüğün aciz kulun bedenini, kül etmez mi yasaklı dudakların? İşte o vakit, bahşedemeyeceksin yüreğinin sancısını mahşerde. Tanrın izin vermeyecek. Cehennemine bile koymayacak seni, karışmayacaksın bu elmanın topraklarına. Çünkü zaten yaktığın yüreklerde kor olmuş, kül etmiş, yalanlarınla gömülüp, kırgınlıklara hiç edilmişsin…