Son yıllarda kişisel gelişim kitaplarının, podcast’lerin ve YouTube videolarının karanlık köşelerinden çıkıp, adeta birer kutsal metin gibi başucumuzda yer alması, modern dünyanın en büyük ironilerinden biri.
Hayatını kişisel gelişim literatürü ve videoları etrafında örmeye karar veren bir birey olarak, kendinizi hayal edin. Sabah gözlerinizi açtığınızda, güne başlamadan önce sizi “Kendi En İyi Versiyonun Ol” başlıklı bir video karşılıyor. Enerji dolu bir konuşmacı, “Başarının Sırlarını” paylaşıyor ve siz de can kulağıyla dinliyorsunuz. Neden dinlemeyesiniz ki? Bu kişi sizi zirveye taşıyacağını vaat ediyor, yeter ki söylediklerini harfiyen uygulayın. Peki, bu süreçte kaybettiğiniz ne?İşte burada başlıyor hikaye. İlk adımda büyüleniyorsunuz; motivasyon konuşmaları, başarı hikayeleri, “başarısızlık diye bir şey yoktur, öğrenme vardır” mottoları sizi sarıp sarmalıyor. Ancak bir süre sonra, fark etmeden kişisel gelişim tapınmasının derin sularına dalmışsınız bile. “Bu kitapları okumazsam, bu videoları izlemezsem ne olur?” diye sormuyorsunuz artık.Çünkü, “Başarı Formülü” bu kaynaklarda gizli, değil mi? Fakat aslında hayatınızın kontrolünü bir bakıma, bu formüllerin sahibi olan “guru”lara devretmiş oluyorsunuz.
Olayın ironisi şu ki, kişisel gelişim dünyası size kendi hayatınızı kontrol altına almayı vaat ederken, sizi başka bir kontrolün altına sokuyor. Bu tür kaynaklar, genel geçer başarı tariflerini, klişe motivasyon sözlerini, soyut hedef belirleme taktiklerini önünüze koyarak, size bir “yol” sunuyor. Ancak bu yol, belki de hiç sorgulamadığınız, aslında size ne kadar uygun olup olmadığını hiç düşünmediğiniz bir patikadan ibaret. “İyi bir lider böyle olur”, “başarılı insanlar sabah 5’te uyanır”, “negatif düşünceleri beyninizden atın” gibi sihirli reçetelerle dolu bu dünya, sizi bir kalıba sokmaya çalışıyor, üstelik bu kalıp herkes için geçerliymiş gibi sunuluyor. Kişisel gelişim guruları, basit başarı hikayelerini, karmaşık bir toplumsal ve ekonomik gerçekliğin tek çözümüymüş gibi sunuyor. Ama şu basit soruyu kendinize sormaktan kaçınıyorsunuz: “Bu formüller herkes için geçerli olsaydı, dünya neye benzerdi?” İşte o zaman, formüllerinin mutlaklığına dair büyük bir ironiyle karşı karşıya kalıyorsunuz.
Başarı hikayeleri, çoğu zaman seçilmiş örneklerden ibaret. Peki ya geri kalanlar? Ve en delici gözlem: Bu süreçte, aslında sizin bireyselliğinizden, benzersizliğinizden, hayatınızdaki değişkenlerden feragat ettiğinizin farkında mısınız? Bu kaynakların size sunduğu, başarının tek tip bir modeli. Her bireyin kendine has bir gelişim yolculuğu olduğunu unutup, aynı potada erimeyi kabul ediyorsunuz. Böylece, kişisel gelişim adı altında, kişiliğinizi törpüleyip, yerine “başarıya ulaşmış bir robot” olmayı koyuyorsunuz. Bir zamanlar bir yol haritası gibi görünen bu kaynaklar, zamanla sizi oradan oraya savuran bir pusulaya dönüşebilir. Daha kötüsü, bu süreçte kendi sesinizi, kendi sezgilerinizi ve aslında kim olduğunuzu kaybetme riskiyle karşı karşıya kalırsınız. Sürekli başkalarının ne düşündüğüne dair bir rehber edinmek, kendi düşüncelerinizin değerini unutturabilir.
Kişisel gelişim kaynakları size her şeyin anahtarını vaat eder, ama aslında kendi kilitlerinizi fark etmemenizi sağlar. “En iyi versiyonunuza” ulaşma çabası içinde, belki de olduğunuz kişiden tamamen uzaklaşmışsınızdır, hiç fark ettiniz mi? Bu dünyada herkes bir “başarı hikayesi” olmaya çalışırken, kimse gerçekte kim olduğunu, ne istediğini sorgulamaz. Çünkü bu kaynaklar, size ne düşüneceğinizi, nasıl hissedeceğinizi, neyi arzulayacağınızı söylemek için var. Sonunda, elinizde kalan nedir? Kendi hayatınızın mimarı olmanız beklenirken, aslında başkalarının çizdiği planları takip eden bir kopyaya dönüşmüşsünüzdür. Kişisel gelişim, belki de tam anlamıyla ironiktir: Kişiselliğinizi yitirdiğinizde bile geliştiğinizi sanırsınız. Düşünün, Tony Robbins’in cesaret dolu haykırışlarını ya da Eckhart Tolle’nin içsel huzur vaazlarını izlemek elbette ki bir an için sizi motive edebilir, ama bu içeriklerin süregelen bir alışkanlığa dönüşmesi, “kendi potansiyelini gerçekleştirme” amacınızın yerini hızla “sürekli bir arayış” duygusuyla değiştirebilir.
Bu kaynaklarla dolup taşan bir hayat, belki de sizi geliştiriyor gibi gösterirken, aslında sadece başka bir kalıba sokuyor. Şimdi durup düşünün: Gerçekten gelişiyor musunuz, yoksa sadece herkesin izlediği o meşhur yolda daha hızlı mı koşuyorsunuz? Çünkü bu yolda koşanların sayısı çok, bitiş noktasına varanlar ise neredeyse hiç yok. Bu yolu koşarken, her adımınız sizi daha da sıradanlaştırıyor olabilir mi? Bireyselliğinizi yitirip kalabalığın içinde eriyor musunuz? Hızla ilerlediğiniz bu yol, sizi hedeflerinize değil, toplumun dayattığı normlara mı yaklaştırıyor? Bir an durun ve etrafınıza bakın; bu yarışta gerçekten ne için mücadele ediyorsunuz? Belki de, asıl keşfetmeniz gereken yol, bu kalıpların dışına çıkıp, kendi yolunuzu bulmaktır. Çünkü gerçek gelişim, herkesin izlediği yolda hızlanmak değil, kendi yolunuzu çizmekten geçer. Belki de asıl mesele, yolun nereye gittiğini bilmeden koşmaktır. Hep bir adım daha öne geçme telaşıyla kendimizi bu yarışın içinde buluyoruz. Fakat bir yandan da fark etmiyoruz; belki de son düzlükte bekleyen o muazzam bitiş çizgisi sadece bir serap. Sahi, daha ne kadar koşacaksınız? Hedef sandığınız şey belki de sadece bir başka tuzak, o meşhur “başarı” labirentinin içindeki bir çıkmaz sokak. Ve ne acıdır ki, bu labirentin kapıları her daim cazip ama çıkışsızdır.
Bir an durup düşünün: O çok çalışmakla övündüğünüz, canla başla peşinde koştuğunuz hedefler gerçekten size mi ait, yoksa size dayatılan birer ideolojik pranga mı? Modern çağın ustalıkla süslediği, parıltılar içinde sunduğu bu yol haritası aslında kendi iradenizi size geri vermekten ziyade, onu sessizce elinizden alıyor olabilir mi?Bu yolda koşarken, “özgür irade” denilen kavramın altında eziliyor, kendi kararlarınızı verdiğinizi zannederken aslında başkalarının elindeki kuklalar haline geliyorsunuz. İşin en ironik yanı ise, herkes bu durumu fark eder gibi yapıyor ama kimse gerçekten durup düşünmüyor. Çünkü durmak, bu yarışta yenilgiyi kabul etmek demek. Oysa bazen durmak, aslında en büyük zafer olabilir. Gerçekten gelişmek, başkalarının çizdiği rotalardan sapma cesaretini göstermekten geçer. Belki de bu labirentin çıkışı, herkesin tersine gitmekte, o meşhur yolda koşmayı bırakıp kendi yolunuzu bulmakta saklıdır. Ama kabul edelim, herkesin yaptığı gibi koşmak daha güvenli geliyor, değil mi? Sonuçta, labirentin içinde kaybolmuş bir şekilde koşmak da bir nevi ilerleme sayılır… eğer amacınız sadece hareket etmekse.