Acı hayatımızda her zaman olmuştur ve olacaktır. Acıdan korkma!.. Mutlulukla barışık olduğumuz kadar neden acı ile barışık olamıyoruz sizce?
İnsanlık tarihinin ilk döneminden bu yana; dinler, mitolojiler, bilim, tıp, felsefe, sanat ve edebiyat, insanların mutluluğu bulması ve onu uzun süre yaşayabilmesi üzerine kurulmuştur.
Sözünü ettiğim mutluluk; günümüzdeki maddiyatla eşitlenen mutluluktan ziyade; manevi, iç dünyamızda aradığımız o “huzur” hissinin karşılığını veren mutluluğun adıdır. Çünkü insan yaradılışı gereği mutluluğa eğilimlidir ve mutluluğa ihtiyaç duymaktadır. Peki hiç düşündünüz mü yaşamımız boyunca hatta varoluşumuzdan bu yana mutluluğa bu denli düşkün oluşumuzun sebebi acılarımız ile barışık olamıyor oluşumuz olabilir mi? Yani mutlulukla barışık olduğumuz kadar neden acı ile barışık olamıyoruz sizce?
Bir çoğunuzun da haklı olarak söyleyeceği gibi acı insanoğlunun en çok kaçındığı duygudur. Çünkü acı beraberinde; sıkıntıyı, üzüntüyü, hüznü, kederi, ıstırabı getirir. Acı başımıza geleceklerden önce ya da sonra hissedilen ve mutluluğa nazaran en tanıdık olduğumuz duygu olmasına rağmen bizler yalnızca mutluluğun peşine düşmüşüzdür.
Oysa hayatlarımız boyunca en çok acı çekmişizdir, acıyı tatmışızdır. Elde ettiğimiz tecrübe ve deneyimlerimiz acıdan türeyerek gelmiştir. Şöyle bir düşünün: annenizin rahminden düşmenizden bu yana yaşınız her ne olursa olsun başınıza gelen iyi şeylerden önce kötü şeylerin geldiğini ve başınıza gelen iyi şeylerden sonra yine kötü şeylerin geleceğini anlamışsınızdır öyle değil mi? Peki ne diye hala mutluluk diye tutturup duruyoruz çocuk gibi ? Evet kabul etmeniz gerekir ki şu zamana kadar her zerremizle acıyı derinlerine kadar yaşamışızdır. Bizler ayağına taş değmemiş çocuklar olmadık ki hiçbir zaman. Aslında bakılırsa öyle bir çocukluk yoktur zaten.
Kim ne derse desin en çok tanıdığımız en çok bildiğimiz en iyi anladığımız duygu aslında acıdır. Onunla o kadar iç içeyizdir ki, alışkınızdır artık onun varlığına. Hayatlarımız için bir önem, bir farklılık atfetmez. O bizim dişimiz tırnağımız saç telimiz kadar yakındır. Ve varlığımızla birlikte sahip olduğumuz bu basit şeylerin farkına her zaman varmayız değil mi? “Hey bugün de ellerim çok iş gördü, ayaklarımsa çok zorlandı.” Siz bu cümleleri dile getiren kaç insan gördünüz hayatınızda? saçmadır öyle değil mi! Deli saçmasıdır. Zaten sahip olduğumuz şeylerden ne diye söz ederiz ki; biz en çok bizde olmayanlardan, olamayanlardan olmaması ihtimalinden korktuğumuz şeylerden söz ederiz.
Örneğin: paradan çokça söz ederiz, ahlaktan, adaletten, mutluluktan… Ama acıdan söz edildiğini pek görmeyiz değil mi? Bu genelde rastlantısal veya ani duygu değişimlerinde meydana gelir. Ama yine de pek söz edilmez. Tıpkı kötü şeylerden söz edilmesini istemediğimiz gibi acılardan, keder ve üzüntülerden de söz edilmesini de istemeyiz elbette.
Çünkü sahip olduğunuz yegane şey bunlardır. Acı hayatımızda her zaman olmuştur ve olacaktır. Sadece yaşadığımız mutluluk hasretle bahsettiğimiz şu koca mutluluk, sözü edilen sonsuz mutluluk; İçimizdeki acıyı dindirebilmek için vardır. Yani yaşadığımız o mutluluklar acıyı daha az hissetmemize neden olabilir ancak. Asla acıyı yok etmez. Zaten mutluluk her zaman hayatımızda olsaydı bizim için ne anlamı kalırdı mutluluğun? Her gün işe işimize gidiyor olsaydık çocuklarımız çok mutlu olsaydı hayatımız dört dörtlük olsaydı ne olurdu ki? Ne kadar değeri olurdu mutluluğun…
Hayat bir çorbadır, mutluluksa içine koyduğumuz birkaç lezzetli sebzelerden oluşur. Ama acı; ekmektir ve çorba ne kadar lezzetli olursa olsun ekmek olmayınca hep bir şeyler yarım kalır öyle değil mi? İşte acı da bu denli hayatımızda vardır ve gereklidir. Bu yüzden çabalarımızın tümünü, mutluluğa değil de: yaşanabilir, çekilebilir, katlanılabilir, bir acıya “EVET” demekle geçirelim. Elimizi, yüzümüzü, burnumuzu, kolumuzu reddedemediğimiz gibi acıyı da reddedemeyiz ve yine bu önceden verdiğim örnekteki gibi saçma olur. Kıssadan hisseye gelinecekse: Acı bir para birimidir ve mutluluğu değerli kılan da odur…