İnsanlık tarihini incelediğimiz zaman, büyük medeniyetlerin ve düşünürlerin birçoğu, hayatın sadece maddi dünyadan ibaret olmadığını, asıl gerçekliğin daha derinlerde, ruhsal bir boyutta olduğunu savunmuşlardır.
İdealizm felsefesi, bu düşüncenin temel taşlarından biridir. Özellikle Müslüman düşüncede de, asıl hakikatin görünenin ötesinde, Allah’ın varlığında ve O’nun yaratışındaki derin anlamlarda yattığı inancı kök salmıştır.
İslam’ın temel öğretilerinden biri, bu dünyayı geçici bir imtihan sahnesi olarak görüp, asıl hayatın ahirette olduğunu benimsemektir. Bu bakış açısı, idealist felsefenin “maddi dünya, zihnin ve ruhun bir yansımasıdır” görüşüyle büyük bir uyum içindedir. İmam Gazali’nin “Dünya bir gölgedir, onun arkasında hakikat olan Allah vardır” sözleri, İslam’da maddi dünyanın sınırlı olduğunu ve asıl gerçeğin Allah’ın varlığıyla bağlantılı olduğunu vurgular. Bu, İslam’da da idealizmin bir nevi karşılığı olarak kabul edilebilir.
İslam âlimleri, özellikle tasavvuf geleneğinde, ruhsal bir idealizm içinde Allah’a yaklaşmayı teşvik etmişlerdir. Yunus Emre’nin şu sözleri bu derinliği anlamamıza yardımcı olur: “Ben gelmedim dava için, benim işim sevi için. Dostun evi gönüllerdir, gönüller yapmaya geldim.” Yunus Emre, burada maddi dünyanın geçici olduğuna ve asıl olanın gönüller olduğunu, yani manevi dünyanın esas olduğunu işaret eder.
Bu düşünceler, modern dünyanın maddiyatla sarmalanmış yaşam tarzına karşı güçlü bir motivasyon kaynağı sunar. Günümüzde insanlar çoğu zaman yalnızca maddi başarılar, lüks yaşam tarzları ve statüler peşinde koşarken, aslında ruhsal tatminin ve gerçek huzurun unutulduğu bir dönemi yaşıyoruz. Oysa ki İslam bizlere, kalplerin ancak Allah’ı anmakla huzur bulacağını (Rad Suresi, 28. Ayet) hatırlatır.
Mevlana’nın da dediği gibi: “Dünya bir dağ gibidir, ona nasıl seslenirsen, sana öyle yankı verir.” Bu söz, hayatın sadece dışarıda aranan bir şey olmadığını, kişinin iç dünyası ile gerçekliğin şekillendiğini açıkça ifade eder. Maddiyatın ve dış dünyanın aldatıcı olduğu bir dünyada, Mevlana bize asıl olanın ruhsal bir içsel yolculuk olduğunu öğretir. Bu da İslam’da idealizmin derin bir yansımasıdır.
Sonuç olarak, Müslümanlar olarak hayatın geçici ve aldatıcı maddi yönlerinden ziyade, asıl hakikatin ve huzurun Allah’a yönelişte olduğunu hatırlamalıyız. İdealizm ve İslam, insanı bu maddi dünyanın ötesinde, ruhsal bir boyuta davet eder. Dünya ne kadar karmaşık ve maddi odaklı olursa olsun, asıl olan kalbin temizliği, Allah’a olan yakınlık ve bu ruhsal gerçeği hayatımıza taşıyabilmektir. Kısacası, hayatı ruhun derinliğiyle kavradığımızda, hakikatin kapıları önümüzde açılacaktır.
Unutmayalım ki, “Her şeyin anahtarı, ruhtadır.” – İbn Arabi