Bir çok kez deneme yazmayı aklımdan geçirdim ama kendimi sadece bir konuya şartlandırmak bana sıkıcı geliyor.
Elinize kalemi aldığınız zaman sizin için hiçbir engel olmamalı, okur yazar pek çok kişi gibi benim de ilk okuduğum denemeler kitabı Montaigne idi hatta bu kitabı çocukluğumda okuduğumdan başka denemeler kitabı görünce kendi kendime Montaigne’in kitabını çalmışlar diye düşünürdüm elbette denemelerin bir tarz olduğunu anlayacak yaşta değildim bilirsiniz ki Montaigne de çocukluk çağında okunacak bir kitap değildir, deneme yazmanın inceliği nedir bilemem ama yarın sabah “aşk” üzerine yazarım hafta sonu da felsefe yazarım gibi düşüncelerle kalemi elime alacağımı pek sanmıyorum zaten planlı davranmayı beceremiyorum galiba benim sorunum bu.
Öğretmenlik mesleğindeki başarısızlığımın ana nedenlerinden biri de plansız olmam ve konu anlatımından çok soru çözmeye ağırlık vermemdi, bana göre matematik yüzmek gibidir eline kalemi alıp soruyu çözmek için dakikalarca boğuşmayan öğrenci bu dersi öğrenemez ancak insanlar şu anda tüketim toplumu olmanın bir sonucu olarak bocalamadan alın teri dökmeden öğrenmek ,hemen tüketmek ve kısa zamanda çok para kazanmanın peşinde…
Sürekli izlediğimiz reklamlar anneler, babalar sevgililer, öğretmenler günleri tüketimi arttırmaya yönelik çalışmalar artık çocukluktan itibaren tüketici olma davranışlarımızda ağır bir yer kaplamaya başlıyor. Sanırım “aptal kutusu”nu çok fazla izlemenin zararlarından biri bu tüketici olmak yemek yedikten sonra ekran karşısına uzanıp patlamış mısır ile maç yada film izlemek beynimize yeni bilgiyi hiçbir şekilde sokmamak ve onu sıkı kafatası kemiklerinin altında bir et yığını olarak taşımak…
Günümüz insanının en büyük sorunu bu “tembellik” koşmadan spor yapmadan zayıflamak, okumadan araştırmadan öğrenmeye çalışmak, kısa zamanda zengin olmak için şans oyunlarına yada kumara başvurmak, artık birçok şehirde şans oyunları oynatan “cafe”ler var okumaktan nefret eden insanlar masa başında homurdanarak spor gazeteleri okuyup atların sağlık durumlarından futbolcuların sakatlık durumuna kadar her türlü bilgiyi almak için kütüphane kadar sessiz bir ortamda saatlerce ders çalışıyor bu enerji bilime harcansa ülkemiz epey ilerleme kaydederdi!
Ne yazacağıma hala karar veremedim ünlü bir gazetede köşe yazarı olsam her gün şehit haberleri aldığımız bu günlerde otuz yıldır milyonlarca kez konu olan terörü yazardım, geçenlerde okudum Irak’ın kuzeyinde tampon bölge oluşturulması bana çok mantıklı geldi ancak günümüz iktidarının da bu işi yapacak kadar cesur olduğunu sanmıyorum. Ortaöğrenimimi yeni tamamladığımda anket yapmak amacıyla gittiğim güneydoğu vilayetlerinde en fazla gördüğüm kıraathanelerdi, hepsi dolu olan ve ikisinin arasında en fazla dört işyeri olan bu mekanların fazlalığı sanırım sorunu anlamanız için yeterlidir bu sorunu tamamlamak için yıllarca akademik kariyer yapıp rapor yayınlamaya yada iktidara yakın olmak için şu anki muhalefet iktidara gelirse ülkemiz için felaket olur şeklinde tamamen “yalakalık” yapmak amacıyla beyanatlar vermeye gerek olmadığını düşünüyorum.
Bu şehirler hakkında hatırladığım devamlı tepemizde dönen helikopterler, aile çay bahçesinde okey oynarken dizlerinin üstündeki silahı masa örtüsü ile örten insanlar ve ilginç bulduğum Midyat şehridir. Müslümanlar ile Hıristiyanların bu kadar iç içe olması ve boynundaki haçla özgürce dolaşan genç kızlardı aynı manzarayı yıllar sonra Rumeli caddesinde görmüştüm. Bir şehirde farklı inançtan olan insanların olması çok güzel o ülkenin ne kadar hoşgörülü olduklarının bir kanıtı, sanırım minareye bile tahammül edemeyen ve her fırsatta medeni olduğunu ileri süren Avrupa’ya da verilecek en güzel cevap ülkemizde farklı inanç ve mezhepten olan insanların bir arada yaşaması.
Osmanlı imparatorluğu zamanında atalarımız bunu kusursuz bir şekilde uygulamışlar sanırım çağdaş değerlere en çok sahip çıkan imparatorluğun gerilemesinin dahi üç yüz yıl sürmesi buna bağlı sanırım saray entrikaları olmasa daha uzun yıllar imparatorluk Akdeniz’e hakim olmaya devam edebilirdi, saray entrikaların çok güzel anlatan Ann Chamberlain’den Safiye Sultan serisini okumanızı tavsiye ederim, kendi yazarlarımızdan Hıfzı Topuz’un “Meyyale”si de bana tarihsel romanı sevdiren ilk kitap olmuştur.
Tarih ilkokul yıllarından beri sevdiğim bir dersti özellikle savaşların yapıldığı tarihleri ezberlemek hoşuma giderdi bu nedenle ilkokul öğretmenim bana “kronolojik çocuk” adını vermişti, sanırım rakamlar o yıllarda bana cazip gözükmeye başlamış, gözüme hoş gelen rakamların Araplar tarafından keşfedildiğini ise ancak lisans öğreniminde bilim tarihinde öğrenmiştim. Bu derste Georges İfrah’ın “Rakamların Evrensel Tarihi” adlı serisini okumuştuk bir matematik öğretmeni olan yazar bir gün derse girdiğinde öğrencisinin “Hocam, rakamlar nerden geliyor?” sorusuna yanıt aramak için mesleğini bırakarak dünya turuna çıkmış gittiği şehirlerde bulaşıkçılık yapıp geçimini sağlayarak bu kitabı oluşturmuştu.
Şimdi bu kitabı kitapçıların “kelepir kitap” bölümlerinde görünce itiraf edeyim ki hüzünlendim. Sanırım öğretmenlerin hayatında öğrencilerin ne kadar rolü varsa aynı şekilde öğrencilerin hayatında da öğretmenlerin etkisi var, düşünsenize Gauss’un matematik öğretmenin başı ağrımasa belki bu deha daha geç farkedilecekti, hikayeyi duymayanlar için kısaca anlatayım.
Ders anlatmak istemeyen matematik öğretmeni öğrencilerin meşgul olmasını sağlamak amacıyla birden yüze kadar olan sayıları yazıp toplayın sonucunu bana getirin der zavallı adam yaklaşık on saniye sonra Gauss’u elinde defter ile masanın yanında dikildiğini görünce acaba ne hissetti cevabın beş bin elli olduğunu biliyorsa nasıl bu kadar çabuk buldu deyip şoka girmiş olabilir eğer öğretmen cevabı bilmeden bu soruyu sordu ve cevabın doğru olduğunu görünce o zaman şoka girme süresi biraz gecikmiş olacaktır. Her iki durumda da onun yerinde olmak istemezdim, bu olay seksenli yıllarda bizim ülkemizde olsa zavallı Gauss öğretmenden temiz bir sopa yer yerine otururdu sanırım.
Aramızda herkes matematikçi olmayabilir bu nedenle Gauss metodundan kısaca bahsedeyim. Sınıf arkadaşları önce bir ile ikiyi toplarken o bir ile yüzü toplamış ve yüz bir bulmuştur, sonra iki ile doksan dokuzu toplamış gene yüz bir bulmuştur, sonra üç ile doksan sekizi toplamış gene yüz bir bulmuştur bu şekilde elli tane yüz bire ulaşacağına karar veren Gauss elli ile yüz biri çarpmış ve cevabı bulmuştur: Beş bin elli sanırım o sırada arkadaşlarının bulduğu en büyük rakam en fazla elli beştir. Galiba deha olmanın sırrı burada saklı belirli bir sıra ile toplamak yada planlı hareket etmek yerine özgün olmak hiçbir kalıba girmemek..