Topluca yaşadığımız her kavram karmaşasına ek olarak özgürlük kavramında da boşluklar olduğu için biraz özgürlük kavramına değinmenin yeri olduğu kanaatindeyim.
‘Ubi dubium ibi libertas’
Özgürlük nedir? Kelime tanımı; İnsanın, her türlü dış etkiden bağımsız olarak kendi istencine ve kendi düşüncesine göre karar vermesi durumudur. Özgürlük tarihte kölelik/efendilik kavramlarına girift bir şekilde sahneye çıkmış, kelime anlamının dışına çıkarak kolektif bilinçaltımızda da boyunduruk altına girmemek için yürütülen bir isyan, bir başkaldırı, kabullenmeyiş olarak işlenmiştir.
Dönersek günümüze, hala bu bilinçaltı kodlamasının otomatik bir yansıması olarak kimimiz zıtlaşma ve aykırılık olarak görüyoruz özgürlüğü kimimiz de zaten özgür olduğumuza çok eminiz.
Peki gerçekten de özgürlük nedir? Neye göre, kime göre özgürüz? Ne kadar özgürüz? İrdeleyelim. Moda dünyasından girdiğimizde beden olumlaması, ne istersem giyerim özgürüm sloganları ile belli bir modayı empoze ettiklerini görürüz. Mesela uzun süredir hayatımızdan çıkamayan, kış günü kazakların bile maruz kaldığı ‘crop’ adlı yarım yamalak ürünler.. Gerçekten onları bir üniforma gibi hepimiz giydiğimizde özgürlüğümüzü veya özgür irademizi mi konuşturuyoruz yoksa daha az malzemeyle daha pahalıya satılan ürünleri modaya uymak için kapış kapış alırken üretici mekanizmanın çarkını mı döndürüyoruz? Buradaki gizil sürü’lenmek bizi ne kadar özgür kılıyor?
Ekonomik olarak ne kadar özgürüz? Modern hayatı gözalıcı, ihtişamlı bir şekilde empoze eden sistem; bizleri yavaş yavaş doğamızdan koparırken, sanayileşmenin gemisi yürüsün diye hepimizi şehirlere çekerken, azıcık verdiğini çokça harcatarak yaşamımızı belli limitlerde sistemin bir parçası şeklinde kalmak zorunda bırakarak sürdürmemizi sağlarken ne kadar özgürüz peki? Kim daha özgür?
Doğa içinde oksijenini yeterince alıp toprağa karışabilen, herşeyin tazesini ve doğalını tüketen, tarlasına ne ekeceğine doğayla anlaşma halinde karar verip çalışacağı saatini kendi ayarlayan çiftçi mi yoksa süslü küçücük tabut evlerde yaşamak için ömrünün en güzel yıllarını inanmadığı şeylerin peşinde, kendine bile vakit bulamadan sabah gel akşam git öylece geçiren tertemiz işindeki bir beyaz yakalı mı? Güdülenmeden hangi kararımızı verebiliyoruz? Düşüncelerimizin ne kadarı bizim? Kuralları, kaideleri direkt Rabb tarafından birincil ağızdan verilmiş bir dini bile insanoğlunun kişisel yorum ve yönlendirmelerine maruz kalmadan özgürce yaşayabiliyor muyuz?
Özgürce yaptığımızı düşündüğümüz her seçimin bir maruz kalma, başkaları tarafından şekillendirilmiş bilinçaltından getirilen bir etkilenme olduğunu görüyoruz. Kelime anlamına geri döndüğümüzde özgürlük kavramının varlığı muamma hatta vahim bir şekilde ütopik bir konumda. Her bireye ihtiyaçları ve yönlendirilebilirlikleri yönünde kişiye özgü özgürlük aşılanması yapılıyor.
Peki burada amaç ne? Özgürlüğü siz istediğinizde talepleriniz farklı olacaktır veya ortada bir talep bile olmayacaktır, kontrollü bir şekilde özgür olduğunuza inandırıldığınızda arza uyum sağlayacaksınızdır.
Biz burada ne yapabiliriz dersek cevap hep aynı yere çıkıyor aslında. Okumak… Okuyan, araştıran, kendini geliştiren, çerçeveden çıkıp görebilen, düşünebilen, bağımsız bir birey özgürlüğün tanımına ve kendine en yakın olandır. Şehirde mi yaşayacaksın yine yaşa, o kıyafeti giyecek misin yine giy, o inanca inanacak mısın yine inan! Ama kendin her ihtimalini, her sebebini, her sonucunu hür iradende kanaat ettikten sonra… Yazının başında özellikle belirttiğim gibi ‘Ubi dubium ibi libertas’ yani şüphe varsa özgürlük de vardır.
Bir video izlediğinde hemen link isteme, bir düşünce duyduğunda hemen körü körüne yapışma, modern köleler olmaya bu kadar can atmayalım. Düşünce sistemi bu kadar gelişmiş bir varlık olan insanoğlunun farkını tüm benliğimizde benimseyelim.
Çarklar bizim değilse kırılmak içindir, kıralım..