Çağın gerisinde kalmış bir zihniyet, Sansür!
Sansür ortaya koyulan eserin, bazı kişiler yahut kurumlar aracılığıyla, kısıtlı bir şekilde sunulması veya tamamen yasaklanmasıdır. Bu yasaklamadaki amaç, toplumun yapısına zarar verilmesini önlemek(!) birlik ve beraberliği korumaktır(!).
Sanat her zaman özgür ifadenin sunulması olmuştur. En katı kuralları olan hatta sanatla uğraşanların ölümle cezalandırıldığı ortaçağ döneminde bile sanat, özgür ifadeyi yerine getirmek için kullanılmaya çalışılmış ve bu uğurda kayıplar vermiştir.
Politik sanat anlayışı; sanatın sistem ve yönetim karşısında düşüncelerini dile getirmesinin, sanatın toplumun karşısında değil de tam olarak toplumun içinde yer aldığının göstergesi olarak doğmuştur. Şüphesiz ki sanatçı toplumun içinde yaşadıklarını göz ardı edemez ve yer yer bunu eserlerinde ortaya koyar. Sanatçı, çağına tanıklık eden kişidir.
Tarihler boyu sanat anlayışı ve sanatçı, topluma öncülük etmiş, uygar dünyanın kapılarını açmıştır. Rönesans’ın doğuşu ve yayılışı bunun en önemli göstergesidir.
Totaliter sistemler sanatı yasaklamaya veya yönlü bir hale getirmeye çalışmış, bunun için sansürü kullanmış, sanatçıları baskı altına almaya çalışmıştır. Başarılı olunamadığı noktalarda ise kendi sanatçılarını (!) yaratma çabasına girişmiş ve dalkavuklarını sanatçı diye ortaya çıkarmıştır.
Tiyatro kültürümüzün temelini oluşturan Gölge oyunu ve Orta oyunu da, yergisel yapısıyla dikkat çekmiş, barındırdığı hiciv ve taşlamalar mizahi bir üslupla, devlet yöneticilerine kadar uzanmıştır. Gölge oyunun başrolünde Karagöz ve Hacivat adlı iki zıt karakter vardır. Karagöz halkın ahlak ve sağduyusunun, saflığının temsilcisidir. Hacivat ise medrese eğitimi görmüş, saraylı bakış açısına sahip aydın kesimin temsilcisidir. (Diğer tipleri: Beberuhi, Çerkez, Tuzsuz Çelebi, Arnavut, Tiryaki, Yahudi, Kürt, Laz, Zenneler…’den oluşur). Gölge oyunu, halkı eğlendirmek için ortaya çıkıp Osmanlı’nın, farklı kültürlerle iç içe yaşadığının simgesini taşımış ve taşlama geleneğinin de en önemli yapı taşı olmuştur.
Orta oyunu geleneği ise, meydanlarda doğmuş ve mizahı kullanarak benimsenmiştir. Her iki türde de yolunda gitmeyen şeyler bu yolla eleştirilmiş ve taşlanmıştır. (Orta Oyunu’nun en büyük ustaları Kavuklu Hamdi ile Pişekâr Küçük İsmail Efendi’dir.)
Günümüze ulaştığımızda sansür, çağın ilerlemesinin aksine, gerici bir zihniyetle büyümüş ve yaygınlaşmıştır. Yasaklanan heykeller, kesilen şarkı sözleri, gösterimden kaldırılan filmler ve en sık olarak da bu engele takılan tiyatro olmuştur.
Nasıl bir zihniyettir ki, sanatın var olanı gösterme gücüne engel olmaya çabalayıp bu çabasını haklı göstermeye çalışabilir…
Birilerinin bize, ne okumamız gerektiğini, ne izlememiz gerektiğini, neye inanmamız gerektiğini, ne yiyip ne içmeyeceğimizi söyledikleri bir çağda yaşamıyoruz!
Artık bazı küflenmiş yozlaşmış düşüncelerin, sanattan ellerini ve dillerini çekmeleri gerekmektedir. 21.Yüzyıl karanlık çağı diye bir şey olamaz! Olmamalıdır! Sansür, kesinlikle bazı şeylere gözümüzü kapamamızdır. Gözümüzü kapayınca yok olduğunu sandığımız şeyler aslında varlıklarını her zaman koruyacaklardır. Bu deve kuşu zihniyetiyle, ne toplumsal olarak ne de kültürel olarak bir yerlere varmamız mümkün değildir.
Sanatçı diye vücudunu televizyonlarda teşhir eden, tüm özel yaşamını bir kâsede halka sunmaya çalışan, siyasetçi olduğunu iddia eden ama hitabetten hiç anlamayan, ana haber bültenlerini magazin programına çeviren kitle, şüphesizi ki toplum yapısına ve birlik beraberlik anlayışına çok daha zararlıdır. Tüm bunlar özgürce bir kirlenmeyi meşrulaştırırken, bir tiyatro oyunun yasaklanması utanç verici bir durumdur…
Sansür, bir toplumun sanat anlayışının en büyük yarasıdır. Umarız ki bir gün sansür anlayışının, ne kadar da ölümcül bir yara açtığını tüm toplum idrak edebilir…
Nasıl bir zihniyettir ki, sanatın var olanı gösterme gücüne engel olmaya çabalayıp bu çabasını haklı göstermeye çalışabilir…
Birilerinin bize, ne okumamız gerektiğini, ne izlememiz gerektiğini, neye inanmamız gerektiğini, ne yiyip ne içmeyeceğimizi söyledikleri bir çağda yaşamıyoruz!
Nasıl bir zihniyettir ki, sanatın var olanı gösterme gücüne engel olmaya çabalayıp bu çabasını haklı göstermeye çalışabilir…
Birilerinin bize, ne okumamız gerektiğini, ne izlememiz gerektiğini, neye inanmamız gerektiğini, ne yiyip ne içmeyeceğimizi söyledikleri bir çağda yaşamıyoruz!
Bir zamanlar ve oyunlarının çoğunu bizzat Kabare Tiyatrosu’nda da 1960 Sıkıyönetim döneminde yine sansürle karşılaşmalarımız oldu. Repertuvar denetimi ve ön uyarı şeklindeki bu müdahaleler sanatla, dramaturgi ile ilişiği olmayan merciler tarafından geliyor ve tabii hız ve heves kesici oluyordu. Bu yüzden bir sıkıyönetim dönemini yabancı yazarlarla geçiştirme yolunu tuttuk. Ionesco‘nun, “Gergedan”ını Kabare oyunu olarak sahneledik. Hoşlanılmayan gerçekleri biz değil de yabancılar söyleyince dokunmuyorlardı. Hasılı, bu işin bir tutarlılığı, ipe sapa gelir yanı yoktu.
Sansür işte geldi çattı, bugünün de sorunu olarak yine karşımıza çıktı. Bunca yıllık şahsi tecrübeme dayanarak söyleyebilirim ki, sansürcülerin ölçütleri çok değişkendir. Bir dönem, bir önceki dönemin yasakladığını aklar. Öbür dönem onun akladığını yasaklar. Sansürün değer yargıları sanatın, düşüncenin, bilimin, gerçeğin yasalarına uymaz; çoğu zaman bunlarla çelişki halinde olur. Çünkü sansürü uygulayanlar, sanat ve fikir adamı değil, politik iktidarların kontrol memurlarıdır. Bu bakımdan dünyanın neresinde olursa olsun, zaman, bu tutarsızlığı ortaya er geç çıkarır, tu kaka edilen eserler er geç eski tahtlarına geçer otururlar. Ismarlama sanat, güdümlü sanat sevdası ancak bu konuda bilgisi tecrübesi olmayanlardan olabilir
Sanatta Sansür Olmalı mı? sizce