Sosyal medyanın zihnimizi işgal eden kendine has jargonu ile dilimize, günlük hayatımıza yeni sözcükler ve kalıplar üretiyoruz, ekliyoruz. Mizah olarak yaptığımız niyetsiz eylemlerin bize nasıl yansıdığını hiç düşünmeden..
Sosyal medya, paylaşım platformları şüphesiz hepimizin yaşamının ayrılmaz bir parçası oldu. Boş zamanlarımızı değerlendirme aracı iken, bir anda dolu anlarımıza da müdahil oldular. Aile toplantıları, arkadaş buluşmaları, mesai saatleri..
Elimizden, dilimizden düşürmüyoruz; beğeniyoruz, paylaşıyoruz, izliyoruz. Hiç tanımadığımız insanların hayatlarına dahil oluyoruz, etkiliyoruz. Pek tabii etkileniyoruz da.. Rüzgar nereden eserse kitlelerce çabucak o rüzgarın tesiri altında kalabiliyoruz.
Paylaşanın, paylaşılanın niteliğini umursamaksızın internetin kendine has özelliği olan sonsuz veri akışına kapılıyoruz, doğru veya yanlış.. Her izlediğimizi, izlediğimizin saniyesinde kontrol edemediğimiz için de, düşünceleri ve paylaşımları konusunda yetkin olup olmadığını bilmediğimiz içerik üreticisinin insafına teslim ediyoruz bilinçaltımızı.
Ama, aslında sadece tehlike, bilgi niteliği taşıyan paylaşımlarda değil. Daha da sinsi daha da tehlikeli olan mizah paylaşımlarının yarattığı etki.. Hemen her şeyle her krizle her gündemle ilgili anında mizahi paylaşım üretiyoruz. Ofansif mizah adı ile başlatılan bu akımda hassasiyet konuları rahatlıkla çiğnenmekte, uyaranlar ise ‘duyar kasma!’ savı ile saf dışı bırakılmaya çalışılmaktadır. Gündelik hayatımızda dil uzatmaktan imtina edeceğimiz saygı unsuru hassas konularla alay etmenin belli bir kullanıcı yaşı olmayan sosyal mecralarda, yetişmekte olan bireyler için ne gibi kalıcı hasarlar bırakacağının tamamını ön göremesek de en büyük tehdidin duyarsızlaşma ve empati yoksunluğu olabileceğinden söz edebiliriz.
Mizahi paylaşımlarda yükselişe geçen kötüyü övme furyası ise ayrıca dikkat edilmesi gereken bir konuya dönüştü. Hepimizin bilinçli veya bilinçsiz katıldığı bir furya olan kötüyü övmeye her şeyi örnek gösterebiliriz ama en absürdü bir insanın canını yakmış bir suçluyu dahi övmeye gidebilen insanların varlığı diyebiliriz; mükemmel bireyler istemiyoruz fakat hatasını fark eden telafi etmeye niyetli varlığının anlamını her yerde verebilen bireyler yetiştirmek beklentisi içindeyiz.
Eksiklerimiz, kusurlarımız onları fark etmemiz ve gelişmemiz için değil midir? Bunun yerine toksik davranışlarıyla övünen, tedavi veya kontrol altına alınması gereken ruhsal, zihinsel veya bedensel hallerini her yaş grubunu içeren platformlara mizah altında matah bir şeymiş gibi anlatan ve gülünüp geçilmesinin gerektiğini iddia eden bireylerle çevrelendik.
Psikolojik rahatsızlıkları, kişilikmiş gibi lanse eder olduk. Komik görseller eşliğinde ‘Ben ilgi bağımlısıyım.’ ‘Temas bağımlısıyım.’ ‘Flörtüm cevap yazmayınca benim depresyona giriş.’ ‘Anksiyete seviyem şuralarda.’ ‘Benim takıntı seviyesi..’ gibi söylemler üreterek önemli rahatsızlıklar sanki bir şaka unsuruymuş gibi sunulmakta. Ciddi yaralanmayla hatta ölümle sonuçlanmış olabilecek durumlara gülüp geçilmekte.
Sağlıklı, mantıklı ve duyarlı nesiller yetiştirmemiz, dünyamız ve geleceğimiz için bir zaruretken onları mümkün olabildiğinden fazla bu etkiden uzak tutmamız gerekir lakin bizlerin dahi maruz kaldığını düşünürsek en doğrusu çocuklarımızı, gençlerimizi bilinçlendirmektir. İyinin, kötünün ayrımını yapabilmeyi öğretmeliyiz. İyinin değerini bilirken kötüden doğru çıkarımları yapmamız gerektiğini anlatmalıyız. Empati alıştırmaları yapmalı, çocuklarımız ve gençlerimizle konuşmalıyız. Parmak sallamak veya kısıtlamak hiçbir zaman doğru şekilde işe yaramayacağından en güzel örnek, dilimize, davranışımıza dikkat ederek, yine biz oluruz.
Her bir genç bireyin bugün aldığı etkilerle yarın toplumda etki sahibi olacağını unutmayalım. Geleceğimize, değerlerimize, evlatlarımıza sahip çıkalım.