Aslında tiyatronun kökeni ilkel ritüellere dayanıyor. Yani temelleri; insanların kendilerinden üstün kabul ettiği varlıklar için düzenlediği törenler, o törenlerde yapılan danslar ve sesler ile atılmıştır diyebiliriz.
Ancak bu haliyle sanattan oldukça uzak! O yüzden gelin beraber tiyatronun günümüze gelene kadar nasıl değişip geliştiğine bakalım.
Antik Yunan Tiyatrosu
Antik Yunan tiyatrosuyla şu anki tiyatro düşüncesini oluşturan ilk adımlar atılmıştır. Bu dönemde tiyatroya eğitici özellikler verilmiş, toplumun estetik duygusunu geliştirme görevi yüklenmiştir.
Tiyatronun bu dönemde insanları, ahlaka ve erdemli olmaya yönlendirmesi hedeflenmiştir.
Roma Tiyatrosu
Roma tiyatrosunda yazarlar Antik Yunandaki kuralları takip ederek eserleri kendi toplumlarına, kültürlerine uyarlamıştır.
Orta Çağ Tiyatrosu
Orta Çağ’da din adamları; tiyatronun insanı dünyevi zevklere sürükleyerek bağımlı hale getirdiğini söylemiş ve tiyatroyu yasaklamıştır. Ancak sonrasında tiyatro etkinliklerini ellerine almaya karar vermiş ve insanları sadece dine ve ibadete teşvik edecek içeriklerin sunulmasına izin vermişlerdir. Kilise bununla kalmayıp İncil’den bölümleri de oyunlaştırıp sergilemiştir.
Rönesans
Rönesans ile kiliseye olan güven yıkılmış ve bu tiyatroya da yansımıştır. Yazarlar eskiden olduğu gibi yazmaya başlamış ve eserlerinde dinin dışına çıkmıştır. Rönesans kuramcıları Antik Yunan tiyatrosunu kendilerine model belirlemiş ve Antik Yunan tiyatrosundaki kuralları değişmez olarak kabul etmiştir. Böylece Klasik Dönemin de temelleri atılmıştır.
Klasik Dönem Tiyatrosu
Bu dönemde yazarlar Aristoteles’in Poetika adlı eserinde belirlediği tragedya ve komedya kurallarını benimsemiş, bu kuralları detaylandırmıştır. Hatta değişmez üç birlik kuralı bu dönemde oluşturulmuş ve dönemin yazarları bu kurallara sıkı sıkıya bağlı kalmış, belirlenen kuralların dışına çıkmamaya özen göstermişlerdir.
Klasik Dönem tiyatrosunda iç çatışma ön plana çıkmaktadır. Oyun karakterleri, ağırlıklı olarak duygularını ve düşüncelerini sesli düşünerek seyirciye aktarmıştır.
Genel olarak şiirsel bir dil tercih edilmiş ve tiyatronun soylu kesime hitap etmesi amaçlanmıştır. Bu yüzden klasik dönemde halk, tiyatrodan uzaklaşmıştır.
Romantik Dönem Tiyatrosu
Romantik dönemde klasik dönemden kalan katı kurallar esnetilmiştir. Bu dönemde yazarlar, seyirciyi duygusal olarak etkilemeyi ve vermek istedikleri mesajları duygular üzerinden vermeyi hedeflemişlerdir. Genelde günlük olaylar ve konuşma dilinin kullanılması tercih edilmiştir. Bu yönden romantik dönem sadece soylulara değil halka da hitap etmiştir.
Ancak gelişen ve değişen toplum ile beraber dönem eserleri gerçeklikten kopuk ve fazla romantik bulunarak eleştirilmeye başlanmıştır. Bununla beraber yeni bir düşünce şekillenerek tiyatro dalında hakimiyet kurmaya başlamıştır.
Gerçekçi Dönem Tiyatrosu
19. yüzyılda bilim, sanayi ve psikoloji alanları öne çıkmakla beraber bir sürü alanda gelişme yaşanmıştır. Ve elbette bu gelişmelerden tiyatro da etkilenmiştir.
Hem gerçeği yansıtmadığı eleştirileriyle hem de dönemin büyük gelişmeleri karşısında aşk hikayeleri ilgi çekmemeye ve önemsizleşmeye başlamış, bununla beraber romantizm terk edilmiştir. Eserlerde bilim, toplumsal sorunlar ve hayatın gerçeklerine yoğunlaşılmış, gerçekler olduğu gibi aktarılmıştır. Bu dönemde seyirciyi toplumsal sorunlar üzerine düşündürmek amaçlanmıştır.
Hem metinlerde hem sahnede gerçekçiliğe önem verilmiştir. Bu doğrultuda şiirsel dil yerine günlük konuşma dilinin kullanılması daha uygun bulunmuştur. Sahne dekorlarının da gerçeğe uygun olmasına dikkat edilmiş, böylece gerçekçi bir etki oluşturmaya çalışılmıştır.
Lakin 19. yüzyıl sonlarına doğru gerçekçilik de eleştirilmeye başlanmış ve bu düşünceye zıt görüşler ortaya çıkmıştır.
20. Yüzyıl Tiyatrosu
20. yüzyıl tiyatrosunda fütürizm, ekspresyonizm gibi yeni akımlar ortaya çıkmıştır.
Bu dönemde sahnede görsel imgelere oldukça önem verilmiştir. Seyirci ve sahne arasındaki ilişki gözden geçirilmiş; söz arka plana atılmış ve görsel iletişim öne çıkmıştır.
Okurken Fark Etmedikleriniz!
Aslında tiyatrolar çoğumuzun ilk okuduğunda anlamadığı ya da okurken dikkatimizi çekmeyen detaylarla dolu. İşte şimdi bunlardan bazılarını inceleyecek; yazarların kullandığı sembollerin ve motiflerin neyi temsil ettiğini göreceğiz.
Üç Kız Kardeş, Anton Çehov
1890 yılında Rus yazar Anton Pavloviç Çehov tarafından kaleme alınan ve dram türünde olan Üç Kız Kardeş, gerçekçi dönem eseridir.
Çehov bu tiyatrosunda; babalarının görevi yüzünden bir süre taşrada yaşamak zorunda kalmış olan üç kız kardeşin, babalarının ölümünden sonra hayallerini süsleyen büyük şehre geri dönme planları yapmasını ele alır. Ancak üç kız kardeş ne kadar hevesli olsalar ve umutlarını kaybetmeseler de harekete geçmeyişleri yüzünden ne Moskova’ya dönebilirler ne kaderin ellerinde olanları da almasına engel olabilirler.
Bu kardeşlerin başından geçenleri anlatan tiyatromuz belki de hiç görmediğiniz başka neleri anlatmaya çalışıyor, gelin bakalım.
Nataşa’nın Yeşil Kuşağı:
Nataşa karakteri, üç kız kardeşin abisi olan Andrey’in eşidir. Kendisi oldukça meraklı ve baskın biridir.
İlk perdede bahsi geçen Nataşa’nın takmış olduğu yeşil kuşak, üç kız kardeşin en büyüğü olan Olga tarafından uygunsuz bulunur. Aslında bu yeşil kuşak üzerinden Olga’nın; Nataşa’nın taşralı olmasından kaynaklı onu zevksiz ve kaba bulduğu gösterilir. Nataşa’nın yeşil kuşağı burada sosyolojik bir simgeye dönüşmüştür.
Dördüncü perdede ise Nataşa, kardeşlerin en küçüğü İrina’nın kuşağını eleştirir. Bu da bizlere aristokrasinin bittiğini gösterir.
Umarım bu yazı sizlere tiyatronun aslında o kadar basit ve yüzeysel olmadığını gösterebilmiş, ve sizler için faydalı olmuştur. Başka yazılarda görüşmek üzere, hoşça kalın!